Cahit Zarifoğlu,1 Temmuz 1940 yılında Ankara’da Maraşlı bir aileye güneş oldu.Babasının memur olması nedeniyle ilk ve orta öğrenimini Ankara ve Kahramanmaraş’ta tamamladı.Edebiyata ve şiire olan ilgisi 15 yaş civarında, “Kara Lise”de başladı.Yedi Güzel Adam’la (Sezai Karakoç,Nuri Pakdil,Akif İnan,Erdem Bayazıd,Rasim Özdenören,Aladdin Özdenören,ve Cahit Zarifoğlu) HAMLE dergisini çıkardı,bunun yanısıra mahalli gazetelerde de çalıştı zira ekonomik durumları pek iyi değildi.Bu “hamle”leri dolayısıyla İstanbul’daki bazı dergilerde şiirleri yayımlandı. Lise yıllarında güreşe duyduğu ilgi nedeniyle Maraş Güreş Kulübü’ne üye oldu.Lise son sınıfta pilotluğa merak saldı,bir yolunu bulup Türk Kuşu Kampı’na katıldı.Üç ay kurs gördükten sonra C brövesi aldı ve planörle uçuşlar yaptı.
Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu.Üniversite eğitimine devam ederken şiir yazmayı ihmal etmedi ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla “Yol” dergisinde musahhihlik(yazı düzenleme) yaptı-1964-. Bâb-ı Âlî’de ve Sabah Gazetesi’nde teknik sekreterlik görevinde bulundu-1967-.
Şiirlerini;Papirüs,Yeni Dergi,Yeni Türk Dili ve Soyut… gibi edebiyat dergilerinde yayımladı. Nihayet yayımlanan şiirlerini kitaplaştırmak istedi.Borç,dert,aç kalma pahasına… Ve ilk kitap…1967 yılında İşaret Çocukları basıldı.Böyle başlayan şiir serüveni “Yedi Güzel Adam”la sürdü ve “Menziller” ile odak noktası oldu.1986’da son şiir kitabı “Korku ve Yakarış” yayımlandı.Böylelikle yaşamın tüm inceliklerini kuşanmış zarif ve şiir sevdalısı bir yürek;hayat ve ölümü,korku ve umudu ilmek ilmek işledi şiirlerine.Şiirini kızlara değil buzlara yazdığını söyleyen “öncü şair”in asıl hedefi buzdağını görünmeyen kısmını yazdıklarına konuk etmekti ve çok güzel ev sahipliği yaptı doğrusu.
Yaşam hikâyesinin bir kısmını kendi kaleminden şöyle aktarmıştır bizlere:
“Liseden sonra İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı’nı bitirdim.Öğrenciliğim sırasında çalışmak zorundaydım.Muhtelif gazetelerde sayfa sekreterliği yaptım.Bu yüzden tahsilim ağır aksak ilerledi.Bütün bunlar zarfında vazgeçmediğim istikrarlı bir yönüm vardı; o da şairliğim ve yazarlığımdı.Bu konudaki tüm istikrarıma rağmen şaşırdığım bir husus ise dışardan bakıldığın aşırı düzensiz oluşuma rağmen(şu masanın hâlini görüyorsunuz) zihnimin aksine düzen ve disiplin içinde oluşudur.Hayatım da öyle…Bir telaş içinde parçalanmış gibiyim aynı zamanda saati saatine programlanmışımdır..Şiiri de ne zaman yazacağımı bilmiyorum.Memur gibi…Durum öyle gerektiriyor.”
Sezai Karakoç’tan çok şey öğrendik diye devam ediyor Öncü Şair:
“Sezai ağabeyin çıkardığı Diriliş Dergisi’nde şiirlerim yayımlandı.Sohbetlerinden ve yazdıklarından çok şey öğrendik.Her anlamda bizim hocamızdı.Yetişmemizde çok emeği var.” Şeklinde Usta Şair’e methiyeler sıralarken kendi şiirleri için oldukça mütevâzidir.Hatta bunu dizelere döker:
“Seçkin bir kimse değilim,
İsmimin baş harfleri âcz tutuyor
Bağışlamanı dilerim…”
Şiirleri ile gönlümüze taht kuran şair elbet hedeflerine ulaşıyor,buzdağının görünmeyenini dahi eritiyor mısralarında.Hayatı boyunca içe dönük olan bir kimse hele de şair,yazdıklarında dışa vurur mu kendini?Vurmuyor tabii,orda da içe dönüyor ve kelimeleri kalbe tesir ediyor.Bu konuyu yazar/şair arkadaşları şöyle yorumluyor:
-Şiiri bunca anlaşılmaz,kapalı bulunmasına rağmen kimse bu şiirleri yok saymak cesaretini gösterememiştir./Rasim Özdenören
-Cahit Zarifoğlu öyle bir hâle gelmişti ki kendi dünyası içinde bir şiir dili kurmuştu ve bunu çok iyi kullanırdı.Yani o anlatılmaz olana(şiire) dair bir durum çıktığında onu anında kağıda döküverirdi./Erdem Bayazıd
-Cahit Zarifoğlu’nun şiirini ve düz yazısını o uzaklık,ayrılık gayrılık içinde ancak kendi uzlet köşemden izleyebiliyordum.Kamplaşma havasında kendine yer bulamayacak bu ince şiir ve kapalı ama mutlaka sanatkârca düz yazı ile kendine ait değerleri daima korurdu./ Selim İleri
Ölüm…Mutlak son…Kısa süre zarfında nükseden ,ağırlaşan bir karın ağrısıyla doktora gittiğinde kanser olduğunu öğrendi.7 Haziran 1987’de edebiyattan ebediyyete göçtü.
Eşi Berat Zarifoğlu son günlerini şöyle anlatıyor:
“2 aylık bir hastalıkla vefat etti.Bir karın ağrısı…Doktora gittik,kanser olduğunu söylediler. 6 ay da ömür biçtiler.Ağrıların artmaya başladığı vakit Hüsrev Hatemi’ye gittik,Cahit Bey’e: “Seni onkolojiye yatırıyorum.”dedi.Onkolojinin ne anlama geldiğini o zaman öğrendim. Mustafa Nuri Şirin de yurt dışına götürmeyi teklif etmiş fakat hastalığının çok ilerlediğini ,bir faydası olmayacağını söylemişler.47 yaşında vefat etti;cenazesine farklı farklı zümrelerden birçok kişi katıldı.Babam o gün kendi cenazesinin de böyle olmasını istediğini dile getirmişti.”
Ölmek de doğmak gibi bir hakikat hatta hakikatlerin en şaşmazı,en üstünü fakat ölenler beden oluyor;fikirler,sevgiler toprağa karışamıyor, her daim yaşatılıyor.Öncü Şair’den bize ve edebiyatımıza unutulmayacak,unutturulmayacak ve belki de erişilemeyecek bir hayatın mühim eserleri kaldı.Fikirleri,yazılarıyla yaşıyor;şiirleri ve nicesi kağıtla mürekkeple sabit…