Pencereden baktığında gördüğün şey önemli. Sana can verecek şey. Mesela ben dışarıda gri betonlar görürsem ruhum solar, yaşayamam.
Geçen ay yatılı misafirlikte bulundum. Apartman dairesiydi. Oldum olası nefret ederim apartman dairelerinden. Ben mahalle kızıyım. Minicik penceresi vardı. Nefes alamadım. Krizim tuttu yine, en olmadık yerde. Eee Amazonun bağrından koptum geldim. Şimdi de salmıyorlar, döneyim özüme. Bu binaların arasında ne kadar sürebilirsin ki savaş boyalarını? Sürdün diyelim, ne kadar kalabilirsin o halde? Gri duvarlar yanaklarına sürtünür, un ufak eder derini. Penceresi çiçekli evler ararsın. Hiç yoktan onlar olsun bari etrafımda dersin. Ne sandın yavrum burayı. Burası cehennem. Burası yalnızca bedenini hapsettikleri yer. Sen de biliyorsun ki ruhuna dokunamazlar.
Koştum pencereye, kafamı uzattım. Uzun zamandır gökyüzüne bakmadığımı fark ettim. Nedendir bilmem, zifiri sonsuzluğu süsleyen yıldızları bir kadının sırtındaki çillere benzetirim hep.
Bana kalırsa insan yaşamı boyunca ona iyi gelecek şeyi arar. Ruhunun özünü… Bazen bilinçli bir şekilde yapar bunu bazen içgüdüsel hareket eder. İç sıkıntıları, ruh bunalımları… bunların hepsi ruhunun özünü bulamama endişesidir. Ama söz verdim, aramaktan vazgeçmeyeceğim. Bir hikâye vardır. Kelebek ateşi merakından atar kendine kıpkızıl aleve. Yanar, kavrulur. Ama en iyi de o anlar. Ne çok saygı duydum o kelebeğe.
Gözlerimi kapatıyorum. Çam ağaçlarıyla bezeli bir ormandayım. Şimdi müsaadenizle güzel çam ormanımın tadını çıkaracağım.