Umut susarak ölür, sessizce feryat edip inlemeden… Selası okunduğu vakit bir kaç damla gözyaşı omuzlanır cenazesini, belki saçlarına ak düşmüş bir iki nale de eşlik eder ve defnedilir yüreğin tam orta yerine… Umut gözlerindeki ışığı da alıp götürür geriye meyus bir çehre bırakıp… Umut gökle bir olmuş ruhu yerle bir edip gider sağını solunu şaşırmış acıları alt üst edip… Yüreğin dört damarı varsa biri umut, tüm güzelliklerin önünü tıkayıp ölür… Şiirlerin kökünün kuruduğu dilinde tüy bitirir. Umut susturup ölür tüm kelimeleri boğazlayıp…
Oysa Aşkın ölümü dahi ihtişamlıdır.. Ağıtlar, figanlar, lanetler… Acıyla birbiri ardına dizilmiş dizeler…Bir ömürdür aşkın yası.. Zira kendiyle birlikte yüreği sırtlanır, vicdanın da sızısını.. Vicdanın sızlamaz artık “Kimin ne hali varsa görsün” der aşkı yitirmiş yaslı vicdan… Can yakma pahasına da olsa savurur sözlerini Aşk havliyle!
Umudun sınışı kor gibi düşer yüreğe… Saman alevi gibi söndürür içine kaçmış tüm kelebeklerin yanan kanatlarını… Bir de bakarsın yokluğu varlığından çok alıştırmış kendine… Tüm güzellikler yitirilse de…
Aşkın göçüşü ise tüm yaşamını sömürür inceden ince… Çocuksan büyüyünce geçer dersin. Bugün dayansan yarın acısı azalır, ertesi güne unutursun, bir şeyin kalmaz. Doğrudur aslında, hiçbir şeyin kalmaz artık… Büyüyünce anlarsın çocukken koşarak düşüp kanattığın dizindeki yaralar gibi yürek yaraları kapanmaz bir daha… Seninle birlikte büyüdüğünü hiç geçmeyecekmiş gibi… Ve belki hiç büyümezsin.. ve hiç bilmezsin… Gülerken yanaklarında çıkanlar hariç çizgiler belirmeye başlar anlında… Gülerken yanaklarında çıkan çizgiler kadar yaşıyordum aslında…
Ne lüzumu vardı bunları söylemenin?!… Ne kadar sevebilirdi ki bir harfi taşıyamayan küçük yüreğin!…