Bir karayel esse kuzeybatıdan, yağmur getirir mi? Bir damla düşse bulutlardan, notalar yaratır mı? Bir söz çıksa ağızdan, dilin düğümünü çözdürür mü?
Notalardır günleri çekilir kılan. Kuş cıvıltılarıdır, yağmur damlalarıdır notaları oluşturan. Hayatın o bed seslerini (tahammülsüz sürücülerin kornaları, gereksizce yükselen sesler, bitip tükenmeyen kazı takırtıları) dizginleyen notalar bütünüdür, bizi şehir hayatında yaşayabilir yapan.
Hiç düşündünüz mü bu hayatın benliğinde güzel sesler, notalar, müzikler olmadığını? Manavgat şelalesine tüm içtenliğinizle baktığınızı hayal edin. Yemyeşil örtünün üzerinden su molekülleri birbirlerini geçmek için canla başla çabalıyor. Bu çabalamanın sonu bir sessizlik olabilir miydi? Tabiki de gürül gürül olacaktı bu itiş kakış. Gürüldeyecekti ki, kendi sesini bile duyamayacağın kadar uzaklaşacaktın bu dünyadan, cennet öncüsü ziyafetle. Veyahut bir piyano. Piyanonun sadece bir parmak egzersizi mekanizması olduğu düşünülebilir mi? Katiyen! İlk piyano 1700’lü yıllarda İtalya Floransa‘da Bartolomeo Cristofori tarafından yapıldı. Piyanonun tuşlarına basıldığında içindeki tahta çekiç tellere vurarak sesin meydana gelmesini sağlar. Tahta çekicin tellere vurmasından dolayı piyano vurmalı müzik aleti olarak adlandırılır.
Notaların birleşmesiyle oluşan anlamlı titreşimler kulağımıza hitap ederler ve de müzik dediğimiz kavram ortaya çıkar. Müzik seni yürüdüğün yoldan bir konser alanına, oturduğun kanepeden rüyalarının tatillerine, gittiğin yollardan Samanyolu Galaksilerine değin uçsuz bucaksız hayallere iteler. Bu büyülü dünya; hayat denen zalimin en büyük düşmanı, aynı zamanda da kahramanıdır.