Dinlediğim müzik gibi sevdim seni, her zaman yanı başımda hissettim.
Gecenin en karanlık vakitlerinde ortamı aydınlatan sigaranın ışığı vardı. Bizi güneşe yaklaştıran konuştuklarımızdı aslında –gece böyle ilerlerdi-. Çıkardık üstümüzde yıkanması gereken ne kadar öteye itilmiş, bir başına bırakılmış düşünce varsa. Çırılçıplak kaldı duygularımız orada. Ama utanmıyordum çünkü sadece sen ve ben vardım orada. Ne varsa açıktaydı, tüm düşlerimi okuyabileceğin kadar netti her şey. Elimize aldık kirlenen düşüncelerimizi, birbirimize olan önyargılarımızı. Konuştukça yıkanıyor, yıkandıkça temizleniyordu. Sigaranın ışığı ve dumanı da kurutuyordu o eski hırpalanmış düşünceleri. Saatler sürse de değiyordu buna. Bazen susardın, konuşmazdın. İlk defa o zaman farkına vardım susarak neleri paylaşabileceğimizi, neleri hissedip aynı anda yaşayabileceğimizi. Kurumaya başlıyordu düşünceler, konuştukça kurudu, kurudukça yeni gibi oldu. Tertemiz, el değmemiş fikirler, tüm önyargılarımı yıktı attı. Aklımdaki en ufak bilinmezlik bile ortadan kayboldu. Yepyeni düşüncelerim vardı artık. Her şeye yeniden başlama umudu doğuyordu içimde. Bir ayna gibiydin. Tıpkı ben kadar berrak, ben gibi sen…
Sözcüklerin ardında onun olduğu düşüncesi oluyor hep aklımda. Kelimelerin onu bana getirdiği düşüncesi, sayfaların ona geldiği anlarda etkisi artıyor. Onu bulabilme adına gezindiğim tozlu kitap raflarında geçti günlerimin tamamı. Ama pişman değilim hala imkânsızlığın sınırları denilen seninle olma ihtimalini arıyorum burada. Hala o umudu taşıyorum ben.
Mevsimsiz Sohbet’ten