Eşitliğe önem vermek zulmetmek demektir. Bu eşitliği kullandığımız yere göre değişir. Bizler eşitlik ilkesini her durumda kullanamayız. Eşitlik niceliksel bir olgudur. Bu yüzden eşitlik keyfiyette değil kemmiyette yani sayılabilir ve ölçülebilir olan şeyler için eşitlik kullanılabilir. Bizler doğduğumuz andan itibaren zaten eşitsizlikle yüz yüze kalıyoruz. Kimse annesini babasını seçme hakkı ile dünyaya gelmiyor. Yani böyle bir keyfiyet yoktur. Dolayısıyla ilk anımızdan itibaren bilinmezlikten gelen eşitsizliğin eşiğinde dünyaya geliyoruz. Bu seçimsizlik hali bilincimizde oturduğu zaman her şeyde bir eşitlik arama çabası içerisine giriyoruz. Hatta birçok kültür eşitsizliğin üzerine kurulmuştur. “Söz büyüğün sus küçüğün “Atasözü büyüğü küçüğe göre üstün kılar. Bu atasözünün eşitlik kavramı ile ilgili çok büyük bir sıkıntısı vardır. Çünkü büyüğü üstün kılma yetisi insanın fikri olarak kendini hiçe sayması demektir. Bu ata sözünde nicel olarak kendi varlığını hiçe saymak eşitlik olarak kabul ediliyor. Susmak ve söz sahibi olmak yani konuşmak zıt iki kavramdır. Her şey zıttı ile açığa çıkar. Sıcak olmasaydı soğuğu soğuk olmasaydı sıcağı kavrayamadık. Eşitlik bir anlamda kıyas demektir. Bir şeyin eşit olması için kıyas gerekir. Bir terazi düşünelim terazinin bir kefesine bir şey koyduk diğer kefesi boş kaldığı zaman dolu kefe aşağı inecektir. Biz karşısına onun ağırlığında bir şey koyup kıyas yapmalıyız. Bu kıyas bizi soyut ya da somut olarak nicelik sel bir doygunluğa ulaştırır. Eşitlik ilkesi insanları ilkokuldan itibaren bir yarış atına çevirir. Eşit olmak için birbiri ile yarışan bir yığın hayatı boyunca tabiki de adaletin değil eşitliğin peşinden gidecektir. Bu eşitlik arayışı insanın ilkel benliğini geliştirir. Bu ilkel benlikte (İd) çocuk her şeyi elde etmek ister. Bu bencillik ilk okulda bir öğretmenin soruyu doğru yapan kişileri alkışlatması ile perçinlenir. Soruyu yapamayan öğrenciler eşitliğin terazisinde eziklikleri ile baskın olan öğrencilerdir. Terazinin öbür ucundaki hafif olan ilkel benliği yukarıya çıkartacaktır. Bu eziklik duygusu sınıfın genelinde ne kadar yoğunsa öne çıkan birkaç kişinin yükselişi de o kadar kolay olur. Bazı duygular diğerlerinden daha yoğun olur. Soruyu çözen çocukların sınıf arkadaşına sorunun çözümünü göstermemesi farklı çözüm yöntemlerinin önünü tıkamak ile kalmamış gerçek hayatta da bizleri hep soruna odaklamıştır. O yüzden bir sorun karşısında çözüm üretemeyen ve sorunu paylaşamayan bireyler haline geldik. Eğitimi öğreten kişiler eşitlik ilkesini nerede kullanacağını öğrenmedikçe şüphesiz çaresiz nesiller doğmaya devam edecektir. Adalet adil olan hakikati görmek demektir. İlkel benlik insanda geliştikçe adil olanı göremez. Bu yeti bireyde zayıfladıkça eşitlik ve adalet kavramını ayırt edemez. Çünkü bunu ayırt etmesi için kişinin id, ego ve süper egoyu eşit bir şekilde kullanması gerekir. Bu üç kişilik katmanı insanın fabrika ayarıdır. Bu duygulardaki eşitlik dengesinin bozulması insanın eşitlikle, adalet kavramlarını anlaması zorlaşır. Bir saatte en küçük kadran ile büyük kadranın yerleri değişse saati biz yanlış anlarız. Algılama biçimimiz değişir. Ya da saatte bir küçük çark dahi dönmese saat muhtemelen çalışmayacaktır. İşte bu kişilik katmanları insanın hayatında böyle önemli bir yer tutar. Keyfiyetler arasında nicelik sel ilişki kuran insan haksızlığı makul sayar. Bu birinin herhangi bir nesnenin ağırlığını elindeki metre ile bulmaya çalışması kadar ahmakçadır. Nesnenin ağırlığını ölçtüğünüzü zannedersiniz fakat uzunluğunu ölmüşsünüzdür. İnsanın yanlış fikir aletleri ile hak arayışı bir vidayı ona uygun olmayan bir şeyle açmaya çalışmak gibidir. Vida açılır fakat artık zedelenmiştir. Somunu restore edebilir veya yenisini kullanabiliriz. Fakat zedelenmiş fikirlerimizi restore etmemizde yenisini kullanmamızda zordur. Düşünmek yaratanın verdiği değerli bir nimet olsa da bunu doğru kavramlarla yapmadığımızda yanlış sonuç alacağımızı bilmemiz gerekir.