Bölüm I
Bekir her zamanki gibi yatağında uyuyakalmış, annesi de onu uykusundan uyandırmayacak şekilde, sırf söyleneni yerine getirebilecek kadar uyandırıp kafasının altına yastığını yerleştirdikten sonra üstünü örtmüştü. Daha sonra yan odaya geçip Buğra’nın ve Esma’nın da uykularında rahat olup olmadıklarını kontrol ettikten sonra anne Ayşe kendi uykusuna devam etmek üzere odasına geçmişti.
Esma bu sırada uyumuyor, herkesin uyumasını; en azından kendini herkesin uyuduğuna ikna edebilecek kadar zamanın geçmesini bekliyordu. Sevgilisiyle konuşacak, gün içinde onunla konuşamamanın acısını çıkaracaktı. Yorganın altında elinden telefonu bırakmıyor belki de kendisinden daha az sabırsız olan sevgilisine biraz daha beklemesini yazıp duruyordu. Babaları Ersin daha gelmemişti. Esma’nın tahminine göre sabah ezanı vaktinde gelecekti. Ersin için işler pek yolunda gitmiyordu.
Barda kavga çıkmıştı. Daha doğrusu çıkmak üzereydi. Böyle durumları çok iyi bilirdi. Ersin bir asker emeklisiydi. Dolayısıyla barın sahibi Gürkan, kasayı ve kadınların bardan eve, evden bara bırakılması işini Ersin’e teklif etmiş, aralarındaki eskimiş dostluğu bu tür içinde erken emekli olmak zorunda kalmış bir asker emeklisi için birden fazla zevki – bu zevklerin bir çoğunun Ersin’e uygun olduğunu söylemek daha doğru olur belki de – barındıran bir iş anlaşmasıyla yenilemeye karar vermişlerdi. Bar kadınları, onların deyimiyle “kızlar”, alkol ve kavga tam Ersin’e göreydi. Ersin yaptığı yıllarca bu kutsal sayılabilecek görevinin son bulmasından sonra bu derece onur kırıcı bir işe girişmesi hakkında hiç düşünmüyor, sanıyoruz ki bu tarz vicdan meselelerinden kaçıyordu. Şunu da söyleyebiliriz ki alkol zihnini, kadınlar vicdanını köreltiyordu ve bu ikisi bir arada iradesini acımasızca yok ediyordu.Ama yaşamında düştüğü bu dipsiz kuyular boyunca kurnazlığı asla yitmemiş, belki de bu ahlaksız seçimler bu yanını daha da güçlendirmişti.
Kavga bir bar kızının iki masadan gelen tekliflerin arasında kalmasıyla çıkmış, adamlar kendilerince her ne kadar ilk teklif edeni haklı görseler de muhtemelen içilen sayısız alkollerin etkisiyle ortaya çıkan o gurur ve yenilgi kabullenememezlik duygusuyla, önce laf dalaşı sonra itişip kalkışma ve son olarak da ilk başta haksız olduğuna kara verilen adamın belindeki silaha sarılmasıyla son bulmuştu. Belki de tamamen şehvet duygusuyla başlamış daha sonra iş gurura, racona dönmüştü. Böyle sarhoşların herhangi bir amaçla tatsızlık çıkardıklarına dair kesin bir şey söylemek yanlış olur. Belki de tamamen can sıkıntısıydı dertleri. Kendileri de bilmez.
Ersin o an olacakları tahmin etmişti fakat olay son noktaya gelene kadar kızlarla ilgileniyor, arada kendini, dansözün simli ve çıplak yerlerine dokunarak ona para takarken, olayı bir kaç anlığına unutmuş halde bulurken dansöz başka kirli bir elden gelen kirli paraya ve o kirli kaçamak dokunuşlara yöneldiği anda Ersin kendini olayın olduğu yere tekrar dikkatini veriyordu.
Haksız görülen adam tam elini beline götürdüğü anda Ersin ona hızlıca bir kaç adımlık mesafeden atılarak adamın burnuna kafasına geçirdi. Adam alkolün ve belki de iri yarı olmanın ağırlığıyla az önce oturduğu masaya doğru bir kaç adım tökezleyerek düştü. Ersin adamın acı içinde kıvranmasına rağmen bir hamle yapmasına engel olmak için önce adamın belindeki silaha uzanmak istedi. Fakat silah yerinde yoktu. Yerde dizlerinin üzerinde iki büklüm halde burnunu tutup acı ve şaşkınlıkla kanamayı acemice durdurmaya çalışan bu zavallı alkoliğin bir de çenesine isabet eden tekmeyi savurdu. Bu alkolik adamın pes edip dışarıya atılması için yeterliydi. Öyle oldu da.
Ersin ve bir kaç kör kütük sarhoş dışında hemen herkes telaş içinde, kimi olayın olduğu taraftan uzaklaşıyor kimi de aynı telaşla olay yerine meraklı ve şaşkın bakışlarla toparlanıyorlardı. Fazla da kalabalık değillerdi. Kaçıp mekanı terk etmiş olanlar dahil on beş kişi etmezlerdi. (Burada bize sorarsanız; o yaklaşık on beş kişi, orada bulunma amaçları, kişilikleri göz önünde bulundurulduğunda bir kişi dahi etmezlerdi. Şimdi saçmalıklara takılmadan hikayemize dönelim.)
Ersin yerde kıvranan bu adama tiksinerek, tepeden bakıyordu şimdi. Belki ona acıyordu da. Ama hiçbir şey hissetmemesi muhtemel bir fikirdir. Gözleri fal taşı gibi açık, bir yandan da bütün gözlerin o anda onu izlemesinden hoşnut bir şekilde adama doğru eğildi. O silahı bulmalıydı. Adamın kemerini yoklarken silahın itişip kalkıştıkları anların birinde düştüğünü anladı. Hızlıca omzunun üzerinden etrafı yokladı. Silah bir kaç adım arkasında yerde duruyordu. Kimsenin silahı fark etmemesine bir anlığına sevinmiş olmalı ki yüzü o anda garip bir ifadeye büründü.
O sırada yerdeki burnu kırık ayyaş bu kez ağzından da akmaya başlayan salyalı kanlarla acı içinde hırlıyor, tam bir avlanmış çaresiz bir hayvana benziyordu. Diğer yandan da koca cüssesini zorlaya zorlaya ayağa kalmaya çalışıyordu. Gürkan ve tanıdığı bir kaç ayyaş müşteri bu hayvanı çöküp kaldığı yerden kaldırıp dışarı sürükleyerek barın karşısındaki kaldırıma oturttular. Dönerken bu bilinci yarı kapalı adama geri gelmemesi için de tehdit savurmayı ihmal etmediler.
Gürkan ve tanıdık bir kaç ayyaş içeri girip kasaya yöneldiklerinde Ersin’in kasanın arkasında silahın mermilerini çıkarıp, mermileri cebine,silahı da beline yerleştirdiğini gördüler. Gürkan fazla cüretkâr ve düşüncesizce espri yapmaya çalışarak:
“Bunları da mı hatıra olarak saklayacaksın ağbi yoksa?” diye sordu, yarı çekingen yarı samimi görünmek istercesine gülümseyişiyle. (Bu şakayı kitabın çokça sonraki sayfalarında okuyabileceğiniz bir olayla alakalı yapmıştı. Bu olaydan şimdiden bahsetmek gidişatı ve o anlarda okuyacağınız olayın heyecanının biraz da olsa sönmesine neden olabilir. Biz bunu böyle uygun gördük. Siz de okuyunca bize hak vereceksiniz.)
Ersin kafasını bile kaldırmadan,
“Hah! Yok be oğlum, eve gideceğim. Giderken de denize atacağım hepsini.”
Gürkan’nın o espriyi yaparkenki tadı kaçmıştı şimdi. Hiçbir şey söylemedi. Zaten Ersin de bunun için ilgisizce ama açıklayıcı bir şekilde cevaplamıştı. Gürkan’nın yanındaki tanıdık iki ayyaşın hiç sesi çıkmıyordu. Sadece sarhoştular. Sanki bu dünyaya sadece sarhoş olmaya ve başkalarının yanında sorgusuz sualsiz herhangi bir yerlere sürüklenmeye gelmiş gibi bir halleri vardı. Akıl hastalığı gibi düşünülmemeli bu. Sarhoşluklarındandı belki. Mekanda eğlence tanıdık yüzlerle eski yerini alıyor, ayyaşlar ve fahişeler eski o umursamaz hallerine geri dönüyorlardı. Alışkınlardı elbette böyle bir ortamda bu tür tatsızlıklara. Ama ölme korkusu vardı hepsinde. Bu, alıştıkları her türlü durumdan onları vazgeçirebilirdi. Belki bu hallerinden, bu ucuz durumlarından bile. Belki zamanı değildir. Belki de buna gerek yoktur.
Ersin’in hepten keyfi kaçmıştı. Öyle ki kendisine, bardan çıkarken kızlardan bir kaçı ilgi göstermek istemiş ama o bunları reddetmişti. Canını neyin sıktığını bilmiyordu. Bulamıyordu. Barda acınası haldeki adama attığı tekmeyi getirdi aklına ama o da değildi canını sıkan. Müthiş sigara içiyor, içindeki sıkıntı ve araba kullanmanın da getirdiği tedirginlikle sarhoşluğundan sıyrılıyordu. Düşüncelere dalıyor, elini vitesin üstünde hiç farkında olmadan onaylar, onaylamaz, şaşırır gibi bir sağa bir sola yatırıyordu. Bunu hep yapar ve hiçbir zaman da farkına varmazdı. Oğlu Bekir’in, beraber arabayla gezdikleri zaman bu hep dikkatini çeker, babasının bakışlarından, baktığı yerlerden ve elinin hareketlerinden ne düşündüğünü, aklından neler geçirdiğini, neler hissettiğini anlamaya çalışırdı. Bunu belli bir yaşa gelene kadar babası bu hareketleri sıkılmadan ve ya hiç farkında olmadan nasıl yapmaya devam ettiyse; Bekir de aynı farkında olmama hissiyle onu inceliyor o da kendi yaptığı şeyleri tekrar ediyordu.
Evin önüne çıkan sokağa girdiğinde bu sokağın bu kadar sakin olup olmadığı ile ilgili zihnini kurcaladı. Boşluğuna geldiğinden olabilirdi. Ayılmakta olan zihninin oyunu da olabilirdi. Saat gecenin ikisi ve ya üçüydü, gayet normaldi tenha olması. Ama sessizlikti sanki onun dikkatini çeken. Müthiş sessizlik. Uzaktan sesler de gelmiyordu. Herhangi bir ses. Sadece doksan yedi model şahininin ölmekte olan motorunun sesi vardı. Dışarıdaki sessizliğe odaklanınca motor sesi de kesiliyordu zihninde. Bu böyledir. Bir şeyin üstüne giderseniz etrafınızda sadece o olur. Üstüne gitmediğiniz zamanlarda onun varlığını bile fark etmemişsinizdir, ama o hep vardır halbuki.
Evin önüne gelince usta şöförlüğünü sorgulatacak dikkatsizlikle park etti arabasını kaldırımın kenarına. Merdivenleri çıkmaya başladı. Hala sigara içiyordu. Bardan çıkarken yaktığı sigarayı hala bitiremiyormuş gibi bir hali vardı. Kırk beş dakikadan fazla olmuştu aslında bardan çıkalı. Kaçıncıyı içtiğini kendisi de bilmiyordu. Dairenin kapısına gelince anahtarı cebinde ararken bir düşünce ilişti ruhuna. Bar, kadınlar, para, baba, bütün bunlar bir arada. Evde yatıyorlardır şimdi. Utanç duygusu? Yok. Kapıyı açtı sessizce. Evin içine girmeden ayakkabısını zaten çıkarmıştı. Bir an önce evin içinde olmak. Kapıyı açarken yaptığı gürültü sırasında evin içine zaten girmekte olmayı istiyordu. Genelde böyle yapardı. Bugün bunu iyi ki yapmıştı, kendince. Dairenin kapısını açınca salon solda, mutfak tam karşıda, oturma odası ve yatak odaları sağda kalıyordu. Kapıyı kapatıp evin odalarını kontrol etmeye koyuldu. Bu kontrol etme fikri daha içeri girmeden kafasında her zamanki eve girişlerinde olduğu gibi oluşmuş, içeri girerken de, açıldığında kapının arkasında kalan salondan konuşma seslerinin gelmesiyle bu fikri uygulamaya karar vermişti. Bu tür kurnazlıkla hareket edildiğinde genelde insanın altıncı hissi işlemeye başlıyormuş gibi gelirdi. Kurnazlığın içinde sezgi de vardır, böyle anlarda belki de. Odaya doğru kulak kesilerek, kendini hiç de gizlemeden yürümeye başladı. Adrenalinin vücudunda dolaştığını hissetmeye başlıyor, nefes alışverişi hızlanıyordu. Salona bir anda girdi. O eve ilk girdiği anki sakinliği yoktu şu anda. Esma o sırada kendini telefonda sevgilisiyle konuşmaya kaptırmış, salonun kapısı açık olduğu halde babasının geldiğini fark etmemişti. Ersin onu gördüğünde, telefonu kulağına dayamış, gülümser halde bulmuştu. Tam bu bakışı yakaladığında Esma da onu fark edip kendini toparlamaya çalışmış ama kanın beynine sıçramasıyla hiçbir şey düşünemez, aklına yapabileceği mantıklı hiçbir hareket gelmez olmuştu. Bütün bunlar bir kaç saniye içinde olmuştu.
“Ne yapıyorsun lan sen burada?!” diye bağırdı Ersin, o da ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini bilemeden. Ama belki de her gün işlediği onca günahın acısını çıkarmak için fırsat bulmuştu. Kendini paklayacak, yaptığı ahlaksızlıkları, bağırışlarını, her gün gereksiz yere çıkardığı o anlamsız kavgaları temize çıkaracak fırsat. Bunu müthiş bir gösterişle kullanması gerekiyordu. O an hissetmişti bu duyguyu. Kendini yüceltme durumu. Bir çok insanın aklına yatan – hiç utanmadan söyleyebilirsek eğer – günlük yaşantısında belki de sık sık kullandığı bir fırsattır bu, onun eline geçen. Şimdi bunu iliklerine kadar hissediyordu. Belki de bu fırsatın verdiği heyecandı ona ne yapması gerektiğiyle ilgili ani cevaplar veremeyen. Şimdi bunu haddini aşana kadar kullanacak ortalığı ayağa kaldırmaktan hiç çekinmeyecek. Hatta bu evde yaşayan en namuslu insan olduğunu iddia edecekti. Bugün talih ondan yanaydı, diyebiliriz.
Son derece anlamsız bir savunmayla “Arkadaşımla konuşuyordum, baba.” dedi. Ama ondan öylesine korkuyordu ki daha cümleyi dahi kurmaya başlamadan sesi ağlamaklı çıkmış, adeta yüksek sesle ‘Ben yalan söylüyorum.’ demiş gibiydi. Ersin her şeyi net bir şekilde bütün çıplaklığıyla görebiliyor, hissediyordu. Öfkesi şu anda tamamen tavan yapmış, hınçla kızının oturduğu koltuğa doğru uzun adımlarla ilerlemeye başladı. Kaşlarını çatmış, dişlerinin arasından soluyordu adeta. Yanına gelir gelmez Esma’nın elindeki telefonu kaptı. Esma’nın gözleri çoktan dolmuş, başı öne eğik, duruşu değişmemiş, koltukta hala yarı uzanır halde babasının o güçlü, aşağılayıcı yargısına şimdiden teslim olmuştu.
“Kimle konuşuyordun ulan, söyle!” diye bağırdı Ersin. Saat gecenin üçü olmuştu çoktan. Ayşe doğuştan işitme kaybı olsa da bu gürültüye uyanmıştı. Uzaktan kulağına bir kaç bağırış geliyor, bir gürültü kopuyordu zihninin içinde. Rüya mı görüyordu hala yoksa sağır kulağı ona oyun mu oynuyordu? Anlamak için sese doğru yürümeye başladı.
Ersin telefonun tuş kilidini açması için bağırıyordu kızına tam o sırada. Esma ağlamaklı halde arkadaşı olduğu konusunda direnmek istemiş, babasından kulağına ve çenesine isabet eden ağır bir tokat yemişti. Tokadı yedikten sonra iyice büzüldü koltuğa. İki eliyle yüzünü kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlıyor, babasının sinirinin geçmesini diliyor, kalbiyle dua etmeye başlıyordu. Gerçekleşmeyeceğini çok iyi bildiği dualar. Bir şey olsun lütfen, deprem olsun ve ya bayılsın bir anda, hiç bilmediğimiz bir hastalığı çıksın, bir anda bayılıp düşsün yere. Bir şey olsun Allah’ım, lütfen. Ölsün ya da ne olur. Siniri geçsin yeter ki. Ne olur görmesin. Allah’ım sen kurtar. Hiç bir şey olacağı yoktu oysa ki. Ayşe girdi odaya sadece. Bu, Ersin’in yakaladığı fırsatı daha fazla abartmasına sebep olacaktı. Sonunda telefonun yıldız tuşuna uzunca basıp tuş kilidini açmayı akıl edebilmişti. Ayşe’nin bu gördükleri karşısında bir anda uykusu kaçmıştı. Odada ikisini bu halde görür görmez koşarcasına yanlarına geldi.
“Ne oldu Ersin, neye bağırıyorsun?” eliyle Ersin’in omzundan tutup kızından uzaklaştırmak istercesine çekmeye yeltendi. Ersin onun bu hareketine elinin tersiyle itip karşılık verdi.
“Elinin körü oldu! Kızın elin oğluyla sabahlara kadar konuşuyor! Siz ne bok yiyorsunuz lan burada! Boynuz mu takacaksınız bana!”
Arama kaydına çoktan girmiş “Sevgilim” yazısını görmüştü. O anda telefonu kızına fırlattı;
“Bu ne ulan!” diye bağırdı. Öfkeden deliye dönmüş, ne diyeceğini, kime bağıracağını şaşırmıştı. Esma sadece
“Ya baba ya.” demişti, daha çok hıçkırmaya başlayarak. Bu onun bu gece ağzından çıkan son kelimeler olacaktı.
“Bir sakin ol, Ersin.” dedi Ayşe, çaresizce. Ama kocasını çok iyi tanıyordu. Asla durmayacak daha da ileri gidecekti. O anda odada her kim olursa olsun, ne derse desin, yapılacak her şey, söylenecek her söz Ersin’i daha da çok sinirlendirmekten başka hiçbir şeye yaramayacaktı. Ama yapacak başka hiçbir şeyi yoktu Ayşe’nin. Ersin daha da sinirlenmiş halde kızının üzerine eğilip iki yakasından tuttu, ayağa kaldırdı tek seferde.
“Kaç yaşındasın lan sen! Sevgili ha!”
Yine çenesine ve kulağına isabet edecek şekilde bir tokat daha vurmasıyla Esma yere düştü. Bağırarak ağlıyordu artık. Yerde iki büklüm olmuştu. Dizlerini iyice karnına kadar çekmiş, elleriyle başını kapatıyordu. Dua etmeyi bırakmış, artık içinden de hiçbir şey geçmiyordu. Ayşe, Esma’yı, Ersin’den kurtarmak istemiş;
“Sen kalk git odana” demişti.
“Kalk lan köpek!” diye bağırdı, Ersin. Sonra hiç beklenmedik bir şekilde odadan hızlıca çıktı, mutfağa yöneldi. Ayşe’nin beynine kan sıçramış kızına derhal odasına gitmesi için bağırmıştı. Tam bu anda başına gelebilecekleri tahmin edebiliyor ama kestiremiyordu. Biliyordu ama kocasının neden mutfağa doğru koşar adımlarla gittiğini. Esma kendinden geçmiş bir halde kalkmaya çalıştı. Gözlerini açıp dünyayı – belki de cehennemi – bu içinde yanmaya başladığı dünyayı görmeye, hangi yöne ilerleyeceğine karar vermeye çalışıyordu ki mutfakta müthiş bir gürültü koptu. Buğra nihayet ağır uykusundan uyanmış, mutfağın kapısından içeri bakıyordu.
“Ne oluyor baba?” dedi, şaşkınlık içinde. Uykusundan henüz tam olarak uyanamamıştı.
“Ablan orospuluk peşinde. Elin erkekleriyle sabahlara kadar konuşuyor siz ne bok yiyorsunuz bu evde lan!” diye bağırdı ona. Sonra ikinci çekmeceyi de sert bir şekilde çekip raylarını kırarak yere düşürdü. Bir türlü bulamıyordu bıçağı. Mutfaktan gelen ilk gürültü üstteki çekmecenin yere düşmesiyle kopmuştu. Yere eğilip…
…