Garip bir buhran ve yeni bir umut taşıyordu boş boş duvara bakan gözleri. Arkasına yaslanmış, ayaklarını uzatmış, yalnız kaldığı odasında kendiyle sohbet ediyordu adeta. Her zamankinden daha güzel geliyordu sigaranın tadı ya da sadece yüzünde öyle bir ifade vardı. Onlarca kez dinlediği şarkıyı hiç dinlememiş gibi dikkat kesilmişti, sanki bu sefer başka bir şeyi anlatıyordu. Yine delirdiğini düşündü aynayla göz göze geldiğinde, öyle hafif alık bakıyordu çünkü. Kurtulmak için kendinden, telefonunu eline aldı. Sanki gerçekten telefonun kudreti buna yetebilecekmiş gibi kavradı. Telefonunda hiç bir zaman anlayamadığı insanların kavgalarından uzak bir yaşam vardı onun için. Sosyal medyası anlamak için çırpındığı sanatsal bilimsel bin bir türlü şeyle doluydu. Ancak böyle kurtulabiliyordu kendinden, başkasını anlamaya çalışarak. Bunun farkında olmadan bu mecranın derinliklerine doğru indi, indi, indi. Çoğunu beğenmediği yazılardan oluşan o sayfanın yeni yazısına denk geldi, yine akıl almaz bir aptalın, kendini ispatlama çabasına şahitlik edeceğini biliyordu ama yine de yenemedi heyecanını ve okumaya başladı. Kendinden kaçarken kendine yakalanmış gibiydi. Hayretler içinde mısralarda gezinip duruyordu. Bir neticeye varamayacağını düşündü bu saçmalığın, orada da tam olarak bu yazıyordu. Daha fazla okumak istemedi ama bir müddet sonra bu denk gelişin kerametinden dolayı devam edeceğini de biliyordu. Duvarları beyaz tek odalı evinde onu eğlendirebilecek pek bir şey de yoktu. Yapması gerekenler dağ gibi yanı başında dururken o çok sevdiği fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğraflara bakmaya başladı. Avrupa’nın küçük de olsa bir kısmını bir kaç ay önce gezmişti bu yüzden onlarca fotoğraf vardı seçilmesi, düzenlenmesi gereken. İşi bu değildi ama bir kaç sene önce başladığı bir hobisiydi. Sık sık okulu bırakıp, romanlarda anlatılan yerleri gezip fotoğraflamayı düşünüyordu. Yeni başlamasına rağmen bu fotoğraf işinden az da olsa bir miktar para kazanabilecek kadar iyiydi. O güzel romanları arattıklarında, ilk onun çektiği fotoğrafı çıkacaktı, belki de kitapların kapaklarına basacaklardı. Kitapları okuyanlar hayallerini o fotoğrafa bakarak kuracak, herkesin hayali onun perspektifinden olacaktı. Bunu bir narsistlikle değil, bir şeyler başara bilme arzusuyla hayal ediyordu, hem de en hoşlandığı şeyi yaparak başarmak. Başarının tanımı takıldı aklına bir kaç zamandır. Bir sürü tezatlığı içinde barındıran zihni bu sefer de bir sokakta yatan şarapçıyla, her sabah hırsla erkenden uyanan o yüksek makam sahibini ayıramıyordu. Seneler önce yılgınlıkla balkonda sigarasını içiyordu ki, iki evin arasından az da olsa gözüken sokaktan, lüks bir araba içinde suratı asık, ensesi kalın, yüzü kederli bir adam geçti. Arabanın gittiği yöne baka kalmıştı. o anda gözüne bir çöpçü ilişti. Yüzünde bir tebessüm dudağında bir ezgi vardı, sanki dans eder gibi hafif sallanarak temizledi tüm sokağı. Olup biteni biraz irdeledikten sonra başarının mutluluk getirmediğine o çöpçü sayesinde o gün karar vermişti. O zamandan beri sorguluyordu başarının tanımını. Ve yine kendiyle çok konuştuğunu düşünüp yazıyı okumaya devam etti. İlk yanlış sayfayı açtığını düşündü. Tekrar tekrar kontrol etti ama gördüğüne bir türlü inanamıyordu. Aylar önce kendi çektiği, kendi küçük hesabında paylaştığı fotoğraf vardı metnin sonunda. Metni tek tek en baştan okumaya başladı. Kim olabilirdi? Tanıyor muydu yazarı? Bir anda okuduğu şeyin anladığından başka bir şey olduğunu fark etti. Bu farkındalık için bedel ödeyecekti; tekrar tekrar bu iğrenç yazıyı okumak. Bu tekrarlardan dolayı fazlasıyla benimsemişti yazanları zaten sonunda kendi çektiği fotoğraf da vardı. Kendi gerçekliğini kaybettiği için metnin linkini bir kaç haftadır konuştuğu flörtüne yolladı. İçinden bu yazarın onun olmasını geçirmeyi de ihmal etmedi. Cevap gelmeden yazıyı okumaya devam etti. ‘bu var oluşun çıldırtan fikri, ya da bu fikrin varlığı, en çokta bunca varlığın yokluğu, yaşadık işte bir karın tokluğu.’ zaten kendinden şüphe ettiren bir yazıda başka ne yazabilir ki diye içinden geçirip, güldü kendi kendine. ‘karın tokluğu değil de o tokluğu arzulamak yani bir şeyleri aramanın güzelliği, bulmaktan daha hoş. Bir şeyleri hayal etmek, elde etmekten daha hoş değil mi? Büyük sulu bir şeker bulan karıncanın heyecanıyla ve azmiyle kaplı gözleri, yedi bin yıldır aranan o iplikten saçları, bir bebekten daha naif yürüyüşü, teninin rengi tanrının gökkuşağına bile koyamayacağı kadar güzel olan bir sevgiliyi kim düşlemez ki? Peki, neden böyle bir hayalimiz, isteğimiz var?’ Soruyu cevaplamak için yine boş duvara uzun bir süre baktı. En son birini ne zaman böyle tarif edilemeyecek kadar benzersiz gördüğünü düşündü ve ardından hissettiği acıyı anımsadı. Acının daha fazla sürmemesi için kaldığı yerden devam etti. ‘İnsan kendini aramaktan başka yapabilecek bir şeyi yokta ondan. Bu düşler de bu arayışın parçalarından biri. O kendimize yakıştırdığımız, hayal edip edip bir türlü bulamadığımız, bizde olmayan ne varsa onda varsaydığımız, hayali sevgililerimiz, aslında olmak istediğimiz kişi değil mi? İnsan neresi eksikse orayı sevmiyor mu? Sorular hangi çağda cevap olmuş ki her şeyin zamansız olduğu bu zamanda cevap olacak. Bilmemek insanı öldürdüğü gibi bir şeyin cevabını bilmek de ona karşı olan ilgiyi öldürmez mi?’ fotoğrafçılığa karşı ilgisini düşündü. İki senedir birçok şeyini öğrenmiş, ilmini kapıştı. Yine de sevgisi azalmamıştı. Onun için bir fotoğraf asla mükemmel olamazdı. Bu mükemmelliği asla yakalayamadığından hala sevebiliyordu. Bir sonraki çekeceği fotoğraf öncekinden daha iyi olabilirdi. Bunun diğer hobiler içinde aynı olduğunu fark etti. Bu yüzden bir sonraki cümleyi okudu. ‘Bir insana yeterince yaklaştığımızda uzaklaşmaya başlarız. Artık bilmediğimiz, ilgimizi çeken bir şey kalmamıştır. Yaklaşırken mükemmelliğe bir anda biter, çünkü gerçek bu kadardır. İnsan işte bu yüzden sadece bir hayali sevebilir benim seni sevdiğim gibi;
Hayale
Gökyüzü tutsak en derinliklerime
Ufku yararcasına bir çırpınış
Bir gülüş bir salınış ve sen
Keşke bir mısra gözükebilsen
Özgürleştirecekmişçesine beni sen
Ve hürriyetmişçesine gülüşün
Bir bedende tutsak kalmış ben
Ve bir beden bulamamış sen
Martıları sayıyoruz
Boş tabure ve ben
Ne ben var ne sen
Bunca yazı senin beni fark etmen için yazılmış olabilir ya da benim de senin gibi bir hobim vardır.’ metin burada bitmişti. Yüzüne bile bakmayacağı bu saçmalık daniskası şeyi, son cümlesi ve o fotoğraf yüzünden aklından çıkaramıyordu çünkü ben öyle hayal etmiştim.