“İnsan sadece inançta var olmaya başlar.” demiştir Kierkegaard. Ve yine Kierkegaard a göre yaşamın üç aşamasından biri olan dini aşamada Tanrı ile kişisel bir ilişki yaşamaya çalışırız ve bu bağlamda inanç sıçraması yaparız. Peki, nedir inanç sıçraması? Derin suda boğulmadan önce genel olarak bakarsak nedir yaşamın üç aşaması? Kierkegaard’ın felsefi yaklaşımı ile hayatımıza bakmaya çalışırsak bu aşamaları nasıl açıklayabiliriz? Varoluşçu felsefenin öncülerinden sayılan Kierkegaard’ın dini aşama olarak adlandırdığı aşamaları ve bu aşamalar ile atfettiği inanç sıçramasını daha kolay anlayabilmek için öncelikle genel olarak konuya giriş yapmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.
Kierkegaad’ın felsefesinin temelinde, hayat tecrübesinin üç safhada gerçekleştiğini söyleyen kuram yer almaktadır. Bu üç safhayı estetik, etik ve dini aşamalar olarak belirtmiştir. Kısaca bu safhaları açıklamaya çalışacağım. Birinci safha olan estetik aşamada, kişinin hayattan tek beklentisi, zevk alarak yaşamaktır. Diğer insanları düşünmeden bencillikle kendi hazzını yaşamaya çalışmaktadır. Düşünmekten kaçınarak yaşadığı hazzın hep daha fazlasını ister. Arzularını tatmin etmeye çalışır ve bunun için fütursuzca anı yaşamaya çalışır. Ancak ünlü filozof Platon’un Kierkegaard’dan yıllar önce söylediği üzere sürekli haz arayan kişi delikli kalbur gibidir. Tüm hazları tatsa bile ona hiçbir zaman tattığı hazlar yetmeyecektir. Bunun farkına varabilen kişi kendini sorgulayarak bir üst aşama olan etik aşamaya geçebilecektir.
İkinci aşama olan etik aşamada, kişi eylemlerini fütursuzca yapmak yerine toplumsal değerlere göre değerlendirerek yapmaktadır. Etik aşamada, kişi, seçimlerinin sorumluluğunu üstlenen ve gündelik hayatta tattığı hazlardan çok daha fazlasının var olduğuna inanan ve daha önemlisi bunun bilincine varan kişidir. Kierkegaard’a göre etik varoluş gerçekliktir. Bu aşamada kişi yaptığı eylemleri toplumsal değerlere göre değerlendirir ve kendi içerisinde yargılamayı bu normlara göre yapar.
Üçüncü aşama olan dini aşamada, kişi, Tanrı’ya tam olarak adanmıştır ve itaat etmiştir. Kierkegaard’a göre, her zaman ve herkes için geçerli ahlaki kurallar vardır ve bunlar insan yaşamının bütün yönlerine hâkim olamamaktadır. Kierkegaard burada İbrahim ve İshak’in hikâyesini örnek vermektedir. Hikâyede Tanrı, İbrahim’den tek oğlu olan İshak’ı kendisi için kurban etmesini istemiştir. Bunun üzerine İbrahim oğlunu alarak bir dağa çıkar ve oğlunu kurban etmeye tam hazırlanmışken Tanrı bir oğlak göndererek oğlu yerine oğlağı kurban etmesini istemiştir. Böylece İbrahim, tam bir bağlılık ve itaatle Tanrı’nın sözünden çıkmayarak O’na olan sevgi ve imanını ispatlamıştır. Sonuç olarak İbrahim, bir “inanç sıçraması” yapmış olup, bu sıçramada akıl ve bilgiden çok, irade ve inancını kullanmıştır. Bu sıçrama, Kierkegaard’ın “etiğin askıya alınması” olarak adlandırdığı kavramı gerektirmektedir. Kierkegaard’a göre etiğin askıya alınması ve ahlakın öznel hale gelmesi, Tanrı’ya karşı mutlak bir görev olup olmadığıyla ilgilidir. Hülasa, Kierkegaard’a göre kişinin dinsel aşamaya geçebilmesi için öncelikle etik buyruklarla yüzleşmesi zorunludur. Hayatı bir piramit olarak somutlaştırırsak en altta estetik aşama üzerinde etik aşama en tepe ise dini aşama olduğunu düşünebiliriz. Kişinin tanrıyı bilebilmesi için Kierkegaard’ın meşhur sözüne uyarak “inanç sıçraması” yapması gerekmektedir.
Kierkegaard’a göre yaşamın aşamalarını ve inanç sıçraması ile dini evreye geçmenin erdemini incelemeye ve açıklamaya çalıştım. Başka felsefecilere göre de başka başka aşamalar bulunmaktadır.( Örneğin; Freud a göre; Alt bilinç (İd), Benlik (Ego), Üst Benlik (Süperego), gibi) Burada inanç sıçraması konusunu felsefi olarak daha fazla saçaklandırmamak için, konuya farklı bir bakış açısından da bakmak istiyorum. Tasavvufi açıdan konuya yaklaştığımızda burada da aşamalar olduğunu göreceğiz. Bu aşamalara kısaca bakıp iki bakış açısını birleştirmeye çalışalım.
Tasavvufi açıdan, insanın kemale yani kâmil insana ulaşması için toplamda 7 basamak bulunmaktadır. Toplam olarak belirtmemin nedeni birazdan açıklayacağım basamaklara (tasavvufta makam olarak adlandırılır) ulaşmanın çok zor olması ve 4. Makamda kâmil insanın yolculuğunun başladığına inanılmasıdır. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainlik, Rıza, Merdi ve Safiye olarak 7 makam nefsimizi beklemektedir. Makamların isimleri kafamızda canlanmadığı için çok kısa belirtmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Emmare makamı, ego basamağı olarak kabul edilmektedir. Yani yapılan her şeyin kendisinin yaptığını benliğin üst safhada yaşadığı makam olarak bilinmektedir. Levvame makamı, egonun kötü olduğunu hissetmekte ancak halen benliğin olduğu farkına varamamaktadır. Mulhime makamı, egoyu bırakmış kendi dini açısından ibadetini gerçekleştirmeye çalışan nefis ancak burada benliğin farkına varılma olarak görülmektedir ancak halen yapılan her şeyin insanın kendisinin yaptığını zannetmektedir. Mutmainlik makamı yani kâmil insanın başlangıç noktası olarak adlandırılan makamda ise yapan yaptıranın bir yaratıcı (Allah) olduğunu ve kendisinin yaratıcının bir sureti olduğunu fark etme makamı olarak isimlendirilmiştir. Rıza makamı; adından da anlaşılacağı üzere her şeyden razı olunan makam. Bu makamda olan nefisin şikâyet ya da hayıflanma hakkının bulunmadığına inanılmıştır. Merdi ve Safiye makamları ise çok derin bir felsefe içeriğine sahip tamamen uzun bir tartışmanın konusu olma haklarına sahip olduğu için detaya girmiyorum ancak bu iki makamda tamamen teslimiyet ve yaratıcının hâkimiyeti mevcuttur.
Felsefi ve tasavvufi açıdan insanın vicdani (egosal) aşamaları olduğunu gördük. İki açıdan inceleyip okumaları yaptıktan sonra bu okumaları akıl ve inanç olarak yorumlamak ve kesişimi kümesinde yaşamak için inanç sıçramasının olması gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünceye karşı çıkan savlar elbet olabilir ancak yaşam sürecinde sıçramayı tecrübe etmediğimizde sadece bir kümede yani salt ego ya da salt vicdanda kalınacağını düşünüyorum.
Günümüzde bu sıçramanın çok kolay ancak yanlış bir şekilde yapıldığını düşünüyorum. Akıl ve inanç fikrini aynı paydada birleştirmek yerine iki kümeyi daha da büyütmenin verdiği hazza inanç sıçraması ismi verilerek bu terimin yanlış yorumlandığını düşünüyorum. Koşulsuz ve herhangi bir sorgulama olmaksızın bir insana ya da bir fikre karşı radikalleşerek, fanatikleşerek artık bu kişinin ya da fikrin yanlış olabilecek eylemleri görülememektedir. Bu yanlış taraf görülemediği için artık fikre ya da kişiye karşı inanç sıçraması yaşayan diğer kişilerle beraber daha fazla vakit geçirildiği için neyin yanlış neyin doğru olduğu yaşanılan yankı odalarında fark edilmemekte ve radikalleşmenin boyutu daha fazla artmaktadır. Burada radikalleşmenin önüne geçebilmek için yukarıda da belirtiğim üzere akıl ve vicdanımızı aynı anda ve aynı orandan kullanmamız gerektiğine inanıyorum. Aynı oranda kullanmak için aynı oranda hem aklımızı ve hem de vicdanımızı geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yukarıdaki İbrahim hikâyesinde, eğer İbrahim Tanrısını tam olarak tanımasaydı – bu tanımanın ötesinde Tanrısını kendisi gibi görmesinden yani hem akıl ve vicdani olarak içselleştirmesini kastediyorum- kendi canından kanından oğlunu feda etmeye bu kadar yakın olabilir miydi? Akıl olarak nasıl kabul edilebilir sorusu geliyor hemen dilimizin ucuna? İbrahim’e sorabilsek eğer onun ilk söyleyeceği sanırım güven duygusu olacaktır. Tek kelime olan güven teriminin içi o kadar dolu ki bu konu başka bir yazının konusu olacak kadar uzun bir açıklamayı hak ediyor. Kendisinin bir parçası olarak gördüğü Tanrı’sının, onun ve oğlu için bırakın kötü bir şey istemesini kötü bir şey hissetmediğini biliyor ve buna inanıyor. Ve Tanrısının vicdani olarak en üst mertebede olduğunu da biliyor. Tam olarak burasının akıl ve vicdani olarak kesişme kümesi olduğunu düşünüyorum.
Yukarıda toplumun büyük bir kesimi için inanç sıçramasının, bir fikrin ya da insana olan güvenin radikalleşmesi olarak tanımladığımda bu fikrin ya da insanın vicdani olarak en üst mertebede olup olmadığının sorgulanmasının gerekliliğinin altını çizmek istiyorum. Tam burada akıl devreye giriyor. Aklın, bu anda devreye girerek inanç sıçraması olan kişi ya da fikrin kendi çıkarına ya da bir kesimin çıkarına yarayıp yaramadığını tahlil etmesi gerektiğini düşünüyorum. Günümüzde inanç sıçraması terimini bazı kötü niyetli kişi ya da çevreler tarafından suiistimal edilerek daha çok yaygınlaştığını üzerek görüyor ve daha da kötü olacağını düşünüyorum. Bu sebeple akıl ve vicdani melekelerimizi daha fazla geliştirerek ve yankı odalarından uzak durarak kendimizi korumaya çalışmamız gerektiğini düşünüyorum.