Fransız tatil köyüne yapılan ziyaret, yakın geleceğin komandolarında üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştı.
Bu nasıl bir uygulama ya da ne cüret? Yabancı bir ülkenin tatil köyü işletmecileri, misafiri oldukları ülke insanını, kampa almamaları en azından küstahlık değil mi?
Doruk ve arkadaşları, gün boyu kendi aralarında bu çelişkiyi konuştu, soruya cevap aradı.
Buldular mı?
Elbette hayır!
Memleketi yöneten siyasi kadrolara içerlemiş, verip veriştirmişlerdi. Çıplaklar kampını kuşbaşı gören tepenin üstünde epeyce zaman öldürdüler.
Ve kendi pencerelerinden, düşüncelerini öfkelerini denizden karaya esen melteme karşı kustular.
Bir süre sonra aklıselim galip geldi, kızgınlıklarını rüzgâra emanet edip, kışlaya geri döndüler. Kışlaya geldiklerinde; Nevşehir Komando Taburunun Foça’ya intikal ettiğini, birçok rütbeli personelin, sahilde ki askeri gazinoda olduğu haberi, ortamı yumuşatmaya yetti.
Bu haberle, keyifleri yerine geldi.
Yaşadıkları nahoş tatil köyü serüveni, belleklerinden uçtu gitti. Kendilerini, yeni bir heyecan bekliyordu.
Hiç vakit kaybetmeden sahildeki gazinoya yürüdüler, gazino deyim yerindeyse, ana baba günü dönmüştü.
Birkaç masa birleşmiş, çay kahve gelmiş; muhabbet koyulaşmıştı. Ortama ayak uydurmak çok zor olmadı.
Daha çok, Komando Tabur Komutanlığı rütbelileri konuşuyor, Doruk ve diğer kursiyerler can kulağıyla dinliyordu.
Muhabbet öyle bir yere geldi ki, komando olunmalı mı, yoksa olmamalı mı, sorusu takıldı oltanın ucuna.
Bu soruya şaşırmamıştı konuşmacı.
Hatta bekliyormuş gibi duraksamadan, bu nasıl soru demeden aklından geçenleri madde madde sıralamaya başladı.
Komando olmak demek, elbette gurur verici! Askere olağan üstü liderlik ve üstün yetenek veren bir eğitim. Dedikten sonra; öncelikle bu kişilerin bakışlarına göre tercih değişir diye devam etti konuşmasına..
Kimi insan rahatı sever, kimileri de serüvenden hoşlanırdı.
Serüvenden hoşlanan, yüksek adrenalin seven için bulunmaz bir mesleki kariyermiş. Ne var ki yerleşik insan yaşamıyla taban tabana zıt, aile yaşamını güçleştiren öğelerle iç içe diye devam etti konuşmasına…
Komando demek, yersiz yurtsuz, dağda bayırda aç susuz, görev almak demek.
Komando demek, kelle koltukta, ölümü göze alarak anda yaşamakmış! Tıpkı OHSO’nun, meditasyonda anlattıkları gibi daima anda yaşamak ve farkında olmakmış.
Komando demek, yastık yerine, başı taşa koymak, yorgan yerine yıldızlara sarılıp uyumak demekmiş. Bu olumsuzluk sayabildiğin kadar çoğalır ve sıralanır diye tamamladı cümlesini.
Ve ekledi!
Size bir tavsiyemiz var, İnsan gibi yaşamak istiyorsanız, kolunuzu bacağınız kırın, bitirmeyin kursu diye koydu, cümlenin sonuna noktayı.
Masa başındaki arkadaşlar, son cümleyi duyunca, şaşkın şaşkın birbirinin yüzüne baktı. Nasıl tepki vereceklerini şaşırmışlardı. Dereceye girmek için olağan üstü gayret gösteren, komando hayaliyle yatıp kalkanlar suskundu.
Sadece sessiz kaldılar ve moralleri dağıldılar masa başından.
Bu suskunluk meğer fırtına öncesi sessizliğiymiş. Pazartesi sabahı, ilk fire verildi. Erşan, pentatlon sahasında ki, parkurdaki koşusunu tamamlarken, kum havuzu başındaki, merdivenleri çıktı yarısına kadar indi, kolunun üzerine atladı ve sol kolunu bileğinden kırdı.
İnanılır gibi değildi, revire haber verildi, bir sedye ve sağlık personeli geldi, alıp revire götürdüler arkadaşı. Ertesi gün, rütbeli personelin neredeyse yarısı, viziteye yazılmıştı.
Konuşmadan etkilenen viziteye çıkanlar arasında Doruk’ta vardı. Viziteye çıkanları Kıt’a tabibi, İzmir Askeri hastaneye sevk etti.
Askeri hastaneye sevk edilenlerin tamamı, şikayetleriyle ilgili bölümlere yatırıldı. Doruk, kulak burun boğaza yatmıştı. Burnunda kemik varmış. Bir hafta hastanede yattı, bir operasyonla burnundaki kemik alındı; bir hafta daha hastanede tedavi devam etti, sonra ilaçları verilip, 15 gün istirahatla taburcu edildi. Askeri hastaneye sevk edilenler ve Doruk için Komando serüveni filsen sağlık nedeniyle sona erdi.
İmroz’a geri dönüş, 116. J.TB. K.lığından ilişik kesme ve 15 günlük meyil müddeti kullanımıyla, Ruşen Ali’nin at koşturduğu, Bolu dağlarına ve Kıbrısçık ilçesine yolculuk için geri sayım başlayacaktı. Sevinse mi, üzülse mi bilemiyordu. Aklı fikri Bolu’ya kaydı ve “Benden selam olsun Bolu Beyi’ne Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır At kişnemesinden gargı sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir” Köroğlu türküsünü mırıldanmak ona iyi geliyordu.
…/…