NE OLMALIYIM?
Zaman kaplumbağa, zaman… Söylesene bana, nedir bu zaman? Bazen “Hızla geçip gidiyor.” diyoruz, bazen durduğundan şikayet ediyoruz. Bazen ilaç ediyoruz onu her şeye, bazen acılarımızı artıran tik taklarına nefret kusuyoruz. Acaba aşırı mı tepki veriyoruz?
Söylediklerimiz pek de yanlış sayılmaz ama dostum. Örneğin yaptığımız işe kendimizi kaptırdık mı zaman, ses duvarını bile aşabilecek hızda ilerlemiyor mu? Ya da yaptığımız işten tamamen soyutlanmışken zaman, sence de çok yavaş geçmiyor mu? Yaralarımıza ilaç olmuyor mu ya da her adımında daha çok acı vermiyor mu bize bu zaman denen şey?
Kimi durumlarda, düzlüklerde rüzgarla koştururmuşçasına özgür hissettiriyor; kimi durumlarda düşünce ve düşleri dahi tutsak ediyor.
Gerçekten ilginç kaplumbağa! Sanırım bu biraz da bakış açısıyla alakalı. Ama her ne olursa olsun dostum, zaman yaşamımızın bir parçası. Onu nasıl görürsek görelim ve ona karşı nasıl bir tavır sergilersek sergileyelim, bu böyle! En azından şimdilik…
***
Bilir misin bir söz vardır: “ ‘Ne oldum.’ demeyeceksin, ‘Ne olacağım.’ diyeceksin.” Güzel bir söz, ama “zaman” kavramıyla kısıtlı bir söz değil mi sence de?
Gel biraz düşün! Bir nehirdesin ve nehir nereye sen oraya akıp gidiyorsun. Akıntı seni almış götürüyor yani. Sen sadece birkaç çırpınma hareketi falan yapıyorsun. Az sonra işte bu akıntının, seni harika bir doğal güzelliğin içine getirdiğini görüyorsun. Su berrak, etraf yemyeşil, gökyüzü dersen ona göre. Anlayacağın müthiş bir manzara… Hava da ne vücudunu kesecek kadar soğuk ne aklını alacak kadar sıcak. Tam da burada diyorsun ki işte: “Vay be, şu halime bak! Ne kadar da rahatım!”. Kısacası “Ne oldum.” demiş oluyorsun.
Biraz daha vakit geçiyor. Akıntı sen hissetmesen de akmaya ve seni, aktığı yere doğru götürmeye devam ediyor. Tabi sen, bulunduğun durumun gözüne indirdiği perdelerin etkisiyle tamamen soyutlanmış oluyorsun gerçeklerden. Ardından hırçın sesler gelmeye başlıyor kulağına. Sonra tenine değen suyun tazyiki artmaya başlıyor. İşte gözünü bürüyen rehavet perdesini aralayan ilk etkenler bunlar oluyor. Gözünü açıyorsun ve etrafına bakıyorsun. Evet, artık o güzel yerden biraz daha uzaktasın. Arkana dönüyorsun ve o da ne! Yüksek olduğu sesinden ve çıkardığı dumandan anlaşılan bir şelale! Öyle şaşırıyor ve korkuyorsun ki akan suyun bile şelaleden ürktüğünü sanıyorsun. Artık daha da hızlanmış olan nehirle savaşırcasına akıntıya ters yönde gitmek için çabalıyorsun. Ama boş…
Zannediyorum ki sonunu getirmeye çok da gerek yok kaplumbağa! Eğer gerekli çabayı o doğal güzelliği gördüğünde konumunu korumak için göstermiş olsaydın böyle bir durumu yaşamazdın. Yani o rahatlığın ve huzurun ortasında “Ne olacağım.” deseydin eğer sonun böyle olmazdı.
Evet benim küçük gövdeli ve koca yürekli dostum, durum bu. Zamanında, rehavete kapılmadan korumaya çalışmalısın rahatını. Ancak kaplumbağa, burada bir eksik var bence. O da şu ki bu bilindik söz bana gereken soruları neden sormam gerektiğini söylemiyor. Bir diğer deyişle benim konumumu neden korumaya çalışmam gerektiğini, bu hızla akıp geçen nehirde ne işim olduğunu, buradaki rolümün ne olduğunu ve hatta benim kim olduğumu sorgulamaya gerek duymuyor. Bu bağlamda ben bu sözü hayat felsefem olarak ele alamam. Çünkü sordurduğu sorular eksik! Çünkü sordurduğu soruların bağlamı, içinde bulunduğun bu sonlu nehir ve onun etrafındakilerle sınırlı.
Bir soru daha sormalıyız. Öyle bir soru ki bizi kanatlandırıp bakış açımızı genişletsin. Öyle bir soru ki bize kim olduğumuzu hatırlatsın ve neden bu kargaşanın içinde olduğumuzu düşündürsün. Öyle bir soru ki bu hengamenin içinde zorunlu olarak bulunduğumuz akış durumundan bizi bedenen olmasa dahi ruhen çıkartsın.
Ben de “ ‘Ne oldum.’ demeyeceksin, ‘Ne olacağım.’ diyeceksin.” sözüne bir soru daha eklemek istiyorum tüm bunlardan dolayı. Diyorum ki kaplumbağa: “ ‘Ne oldum.’ demeyeceksin, ‘Ne olacağım.’ ile yetinmeyeceksin ve ne olman gerektiğini sorgulayacaksın.”.
Evet, “Ne olmalıyım?” diyeceksin. Diyeceksin ki bu akan suyun içindeki çırpınışlarının birer anlamı olsun. Diyeceksin ki akıp giden zaman ve kum taneleri gibi iki elinin arasından geçen her an, bir anlam bulsun.
Neyse dostum, senin de kafanı şişirdim. Kusura bakma artık! Ozanın dediği gibi “yüreğinden öpüyorum.”
2 comments
Ana fikir çok güzel fakat devrik cümleler kurmasan daha güzel bir anlatım oluşturabilirsin.
Teşekkür ederim eleştirin için kardeşim.