Soğuk mavi
Uyandı.. Boğazına takılan tükürük kaldırır ya insanı birden , işte öyle… Işık!.. Gözünü kıstı , alışmaya çalıştı aydınlığa. Soluğu derin miydi ?Yoo! Ellerine baktı, yüzünü yokladı. Başı… Evet her zamanki gibi başında bir sızı… ’Burası hastane mi? Öyle olmalı.. Soğuk mu oluyor hastaneler böyle? ’ diye düşündü. Oda büyük… İçeriyi buz kesmiş , dışardan homurtulu sesler geliyordu. Ayak seslerini duyunca kalkıp kapıya yöneldi. Birden açılan kapıdan giren üç kişinin arasından dışarı attı kendini. ’Neler oluyor? Kim bu insanlar?İçerde yatan adama mı gelmişler? ’Off başım..’ Sormak için davrandı . Acıdan kimsenin onu görecek hali yoktu. Hüzünlendi!.. Koridorda kısık sesli ağlayanlar vardı. Bir köşede yaşlı teyze ezberden, bir başka tarafta hanım kız elinde ki mushaftan Yasin-i Şerif okuyordu. Üzgün insanlar, çoğu mütevekkil, bazısı isyankar…
Uzun koridorun başındaki kanatlı kapıdan belli ki doktor yanında polis kalabalığa doğru geldi bir şeyler söyledi . ’İyi de ne oldu, bu insanları tanıyor muyum? ’ Tekrar başının ağrısını hissetti. Eliyle kafasını yokladı. Üzerinde hasta giysisi. Arasıra baş ağrısı tutar, hayat zindan olurdu. Böyle zamanlarda ardı ardına ağrı kesici ve uyku biraz rahatlatırdı onu. Şu anda da uykulu bir haldeydi. Hafızayı yokladı; son hatırladığı abisiyle abuk bir sebepten yine tartıştığı sırada başının dayanılmaz ağrısıyla evden çıkıp gittiğiydi. ’Yolda bişey oldu galiba bana’ diye geçirdi içinden. ’O yüzden burdayım’.. Doktora doğru birkaç adım attı, doktor ona bakmadı bile…
Cenaze evi; hüzün kaplamış heryeri. Gidenin her yaptığı güzel, ağzından düşmeyen ‘hakkını helal et’ bugün daha anlamlı, son günlerdeki hali aslında hep gidişine delil… Doktora gitmeyişinden, erken gidişinden, geride bıraktıklarından, yapmak istediklerinden güzellemeler… Taziye evinden üç gün birsey yenmez, mekruh sayılırmış eskiden. Bu süre zarfında komşular yemek getirirler ve yaraların sarılmasında katkıda bulunurlarmış. Son zamanlarda yitip giden bu güzel davranışın yerini ikram bekleme saçmalığı çıktı. Hafif sızlayan başı bu düşüncelerle doluydu. Peki ya şu soğuk?.. İliğine işleyen mavi soğuk?.. Hiçbir ikrama el uzatmadı, kendisine ısrar edende yoktu zaten. İkindi namazını müteakip Büyük camiden kalkacaktı merhumun cenazesi… Bi an sol yanında oturan adam hayat pahalılığından dem vurarak konuşmaya başladı, cevap vermedi bakmadı bile ona, cevap ise sağ yanında oturandan geldi. İkindi vaktine kadar sanki kendisi yokmuş gibi yapılan bu muhabbetin ortasında kalakaldı.
Cenaze namazı sonrası gördüğü abisinin yanına seğirtti; abisi üzgün boş bakışlarla karşılıksız bıraktı bu davranışı. ’Hala bana kırgın’ dedi içinden.
Merhum babasının kabrininde bulunduğu bu kabristana çok kez gelmiş, mezarı başında Kuran okuyup ağaçlara su vermişti. Gelişlerinde bir süre oturur, karşısında gibi havadan sudan konuşur, hüzünlenir toprağına el sürer, tekrar geleceğini söyleyip ayrılırdı.
İşte mefta getrildi. Abisi amcası mezarın içine girdiler, hocaefendininde yönlendirmesiyle mezarın içinde oyulan yere yüzü hafifçe kıbleye, sırt kısmına topraktan yastık. ’Of şu başağrısı öldürecek beni sızlıyor kafam!’ dedi sessizce. ’Rüyada gibiyim, gerçi bugün hastanede uyandığımdan beri öyleyim. Puslu görüyorum dünyayı’ diye ekledi. Hocaefendi yüksek sesle Yasin-i Şerif okuyor, bir kısım huşuyla onu dinliyor geri kalan da toprak atıyordu. Abisinin toprak atarken ki yıkılmış hali içine dokundu. Biran zonklayan başına mavi soğuğa inat durup düşünmeye çalıştı. Sürekli Ağlayan abisi, perişan amcası, annesi, eşi ya çocuklarına ne oluyordu, peki bu üstündeki beyaz hastane elbisesi, bu yoğun sisli hava, hem niye cenaze kendi evlerinden çıkmıştı, neden kendi aile kabristanlığına getirilmişti? Bi dakka kim ola ki mefta?… Mezar taşına ilişti gözü… Yürüdü o yöne birkaç adım: ’Bu taşta neden yazar ki benim adım?…
Kardanadem
28,05,2014
2 comments
yazı yoruyor okurken insanı virgül ve noktalama işaretlerinin arasına boşluk bırak.
Yorum için teşekkürler.