Rüzgarın savurduğu bir kitap sayfasında nefes alıyor gibiyim.
Narin bir yapıya sahip oluşum, kelimeleri bile ince süzgeçlerden geçiriyor ve en ufak bi bağırışlar kemiklerimi acımasızca kırıyor.
Anlatamam halimi,
Zaten kimsecikler de anlamaz beni.
Bavulları bile almadan gidilecek, geriye bir bakışın bile çok geleceği şehirler biriktirdim bu anlaşılmazlıklar yolunda.
Kalamıyorsa bir insan en derin huzur talebine karşı bir zulmet içinde,
Gitmeli.
Veda etmeyi bile beklemeden, elleri cebine koyup hiç ses etmeden.
Gitmeli insan, hicret etmeli.
Haram ise bir ortam, harama teşvik varsa ışık gibi çekilip karanlığa terk etmeli.
Huzursuzluğun içli sancısına gebeliği, ayrı acılarla doğuruyorsa her günü daha fazla beklememeli.
Kelimelerin kısır kalıp zerre miktar merhamet esiri muhabbetlerden pay alacak bir bardak çayın dahi hatırı yoksa dakikalar saniyelere yenilmeli.
Bir ağlayış bir tebessüme tercih edilerek bir küçük sevginin azlığı bile hissedilmiyorsa nefreti biriktirmeden uzaklar gözlere hükmetmeli.
Sessiz sedasız bir hayata yakışacak sessiz gidişler ve kendi düşen ağlamaz ata sözünü kırıp, duvarların ardı arkasında parçalayarak, bir daha içten gelebilecek gülümsemelerden mahrum kalarak yakmalı geri dönüş gemilerini.
Haramdan kaçış, zulmetten ayrılış Sâd misali gönülleri titretmeli.
Ve En sevgili Mekke’yi terk eder iken bizlerin nefsi terki en büyük hicretimizdi.
Keşke bilselerdi.
Keşke bilinen bir inancın yaşayışı dünyaya yenilmeseydi.
Keşke manen hiç gelinmeyen bir şehir madden gitmekleri sevmeseydi…
Artık gitme vakti.
Hicret vakti.
Vesselam