”Zatı halleriniz ölümü tadacaklar. Sabahın en erken saatlerinde uyansanız ve çaksanız güneşe selamı. Isınsa vücudunuz güneşin muazzam parıltısında ve hep böyle yaşasanız da zatı halleriniz ölümü tadacaklar. Şahsi fikrim bunu ben denesem ikinci gün mutlaka güneş çıkmayacaktır.
Sabahın son saatlerinde uyansanız veya uyansanız akşamın bir vaktinde. Güneş ısıtmasa vücudunuzu ve hep böyle yaşasanız da zatı halleriniz ölümü tadacaksınız.
Ömrünüzün gidişatını belirleyen aptal saçması bir sınava girseniz ve çalışsanız buna durmaksızın belki de son gün zatı halleriniz ölümü tadacaklar. Tadını alamadınız diyelim ve sınavınız iyi geçse de belki daha gitmeden orta öğretime ölümü tadacaksınız.”
Yusuf bunları düşünmeden ve bir nefeste söylemişti. Sözlerini bitirdikten sonra ellerini kızcağızın ufak lakin ağır omuzlarına koydu.
Muazzez’in kömür gözleri karanlıkta parlayan kedi gözleri gibi parlamıştı. Git gide büyüyen gözlere kimse bir şey diyemiyor ve yükselişi önlenemiyordu. Amenna büyüsün lakin ki hiçbir baba yüreği buna dayanamazdı. Yusuf’un yüreği dahil değil. Cebinden çıkardığı mendil ile Muazzez’in göz yaşlarını sildi.
”Hayat bu çocuğum, bunları yaşayarak tecrübe etmen gerekecek ancak seni birinin uyarması işini kolaylaştıracaktır.”
Muazzez onaylama anlamında bir kafa selamı verdi babasına ve bunu yaparken gözlerini de anlık kapatıp açarak selamı kuvvetlendirdi.
Yusuf, Muazzez’in zihninin dokuz yaşından hayli büyük olduğunu hissediyordu artık ve bu gönlünü sıcak temmuz aylarında suratına çarpan bir su denli ferahlatıyordu.
Yusuf çıkmak üzere kapıya yöneldi. Muazzez ise hala oturuyordu babasının bıraktığı yerde. Kapıyı açtı Yusuf ve dışarıdan kapadı.
Muazzez elini masanın üstündeki kitaba attı. Okumaya devam etmek istiyordu. Dünyada kızını en çok seven babaya sahip olduğunu düşünüyordu. Bahtiyardı. Tolstoy okuyordu. Dokuz yaşındaki bir çocuk için Tolstoy uygun değildi kimilerine göre lakin Muazzez en çok aptalı çoğunluğun barındırdığını biliyordu.
Hem demokrasiye de inanmıyordu Muazzez. Yoksul çoğunluğun kötü yönetimi olarak görüyordu demokrasiyi. Fikirlerini yoğuran Aristoteles’e bir Fatiha okudu. ”Allah taksiratını affetsin.” dedi.
Kitaplığa baktı ve ansiklopedilerin içinden C-D harflerinin olduğu kitabı çekti diğerlerinin arasından. Kitabın sayfalarını oymuştu ve sigaralarını buraya saklıyordu. Şahinde Teyze’den daha yeni almıştı sigarasını. Yüzünü tatlı bir tebessüm kapladı. Diğer odaları dolaştı. Yusuf Bey evde yoktu. Sobanın içinden bir köz ayırdı ve yaktı sigarasını bu köz ile.
Birdenbire yüreği genişledi ve dumanını ağzından halkalar çıkararak saldı dünyaya. Kitabı aldı eline tekrar, okumaya devam etti. İçinde kurşun kalemle yazılmış bir nota takıldı gözü.
”Yedi yıldır uğramadım yurdumaDert ortağı aramadım derdimeGeleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni.”