Sigmund Freud, bizi var eden üç temel yapı olduğundan bahseder. Bunlardan birincisi ahlak olmadan arzuladığı şeyi elde etmek isteyen yapımız id’dir. Bizi ahlaki şartlar çerçevesinde yaşatmaya çalışan, kısıtlayıcı olan ve id’in baskısını kırmaya çalışan süperego’dur. Son olarak ise bizi biz yapan ve id ile süperego arasında dengeyi sağlamaya çalışarak yaptığımız davranışlarda karar mekanizması olan ego’dur. Doğan Cüceloğlu ise İçimizdeki Çocuk adlı eserinde özdeşlik kurmadan İç Çocuk ve İç Ana-Baba olarak bu kavramları anlatmıştır. İç Çocuk, çocukluk zamanındaki yaşantılarından elde ettiği tecrübeler sayesinde sağlıklı ya da sağlıksız bir şekilde dünyada varolur ve arzu ettiği şeyler genelde o an isetediği ve ona haz veren isteklerdir (Haz vermesi motivasyon anlamında yalnızca cinsel anlamda değil örneğin cebinde çok fazla parası olmamasına rağmen pahalı bir yemeği yemek istemesi). İç Ana-Baba ise yine çocukluk yaşantımızda ebeveynlerimizden aldığımız yanıtlar doğrultusunda hayatımızın sınırlandırıldığı, baskılandığı, serbest bırakıldığı anlamlarına gelebilir. Yani topluma ayak uydurmada bize yardımcı olan ya da baskılayan bir yapı olarak görülebilir. Bu iki yapı arasında (İç Çocuk ve İç Ana-Baba) çatışma olduğunda sağlıklı bir şekilde çözüme gidemezse verdiği karar neticesinde hüzün, utanç duyabileceği söz konusudur. Yani arzu ettiğinizi yapıp sizi sınırlandıran durumları dikkate almazsanız pişmanlık duyabilir ve kendinizden utanabilirken sizi sınırlandıran değerler ile hareket edip arzularınız dikkate almazsanız özsaygınıza zarar verebilirsiniz. Bu iki yapı uzlaşmalı ve orta yolu bulmalıdır ki kişi daha sağlıklı ve mutlu bir yaşam sağlayabilsin.
Tarihte pek çok düşünür mutluluğu düşüncesizlik, dertsizlik, saf bir kabulllenme çerçevesinde değerlendirmiştir lakin bu durum ne kadar doğrudur bilinmez. Genel bir kabuldür ki bir sorunumuz olduğunda mutlu olamayız elbetteki lakin mutsuzluğu ilke edinip düşünce denizinde boğulmayı arzulayan bedenlerden gelen bu düşünceler yalnızca arzu edileni yaşayamamaktan ve baskıları aşamamaktan doğduğunu düşünmekteyim. Daha önce insanları diğer canlılardan ayıran bir özelliğin duygu kapasitesi olduğunu söylemiştim. Bana göre de bizim arttırmamız gereken duygu mutluluktur. Bunu sağlayacak en temel çözüm de sahip olduklarımızı tümüyle inkar veya saf bir kabullenme ile yaşamadan ortak bir çatı altında kendi düşüncelerimizi ve toplumsal değerler ve sınırlandırmaları birleştirerek bir çözüm ile yaşamaktır. Bu da bize sahip olabileceğimiz en özgürsün ve rahat yaşamı verecektir. Bir Varoluşçu Psikolog olan Rollo May, özgürlüğü sahip olduklarımızı yalnızca içinde bulunduğumuz sınırları dolduracak kadar genişletebilmemizdir der. Yani bir çerçeve bizim sınırlarımızı gösterirken biz o çerçevenin içindeki noktayızdır ve kendimizi ancak o çerçeveyi dolduracak kadar genişlettiğimizde özgür olduğumuzu ve dahasının ise yalnızca isyan olduğunu dile getirir.
Sözün özü, sahip olduklarımızı bilip, kabullenip, olabildiğince genişletmek bize arzu ettiğimizi yaşarken uyum sağlamamız gerekenlerden de kopmamamızı sağlar. Bu durum da hayali bir yaşantıdaki hüznü değil sahip olduğumuz zamandaki mutluluğu getirir.