Kıpır kıpır bir bahar günüydü. Sevinçten havalara uçuyordu kadın. Yanında sevdiği adam vardı. Yeni doğan dünyalar tatlısı bebekleri için alışveriş yapmışlardı beraber. Kadın bir saniye bile yanından ayrılmak istemediği bebeğine hemen kavuşmak istiyor, telaş içinde koşturuyordu. Kocası da yanındaydı. Adam mutluluktan konuşmuyor, sadece izliyordu olanları. İçten içe şükrediyordu Allah’a; yeni doğan oğlu için alışveriş yaparken, karısının mutluluğu ve heyecanı onu mutlu etmeye yetiyor da ve artıyordu bile.
Kadın, evde anneannesine bıraktığı bebeğini özlemişti; evlerine yeni doğan bir güneş gibiydi o bebek. Her tarafa mutluluk ve sevinç saçıyordu adeta…
Kadın önde, kocası arkasında hızlı hızlı yürüyorlardı. Karşıdaki otoparka gidecek, arabalarına binip eve gideceklerdi. Işıklara geldiklerinde kırmızı yanıyordu. Yeşil yanar yanmaz kadın atıldı ileriye…
Artık, evin güneşi solmuştu.
Adam gülemiyordu.
Her gün onu görmeye gidiyor,
Fakat bir türlü ona doyamıyordu.
Daha bir yaşına bile basmamış oğlu için endişeleniyordu.
Ne söyleyecekti ona,
Bunu, bunu ona nasıl anlatacaktı…
Gülüşleri gitmişti artık,
Nefretle terk etmişti onu.
Bakışları değişmiş,
Kan çanağı gözleriyle ağlatıyordu saniyeleri, dakikaları, saatleri…
Kederleniyor, hüzünleniyor, anıları geliyordu aklına.
Yine ağlıyor ve yine içiyordu.
Gün geçtikçe arttı şişeler bir bir,
O hep içiyordu,
Yalnız yalnız…
Dört ay geçmişti üzerinden.
Sonbahar bu kadar soğuk olmamalıydı.
Kader bu kadar,
Bu kadar hissiz söylememeliydi ayrılık şarkısını.
Güneş bu kadar karanlık olamazdı…
Ay bu kadar ağlamaklı,
Yıldızlar bu kadar küskün olamazdı…
Ne de çok özlemişti onu.
Kendine kızıyordu çok zaman,
Ben tutmalıydım onu,
Ben ölmeliydim onun yerine,
Ben!!!
Sarılıp yattığı çerçeveyle kalktı bu sabah da.
Resmi o kadar sıcaktı ki onun,
Isınmak için tek dayanağıydı o.
Baktıkça o resme oğlu geliyordu aklına,
Sanki, sanki ‘oğluma iyi bak’ der gibi bakıyordu kadın,
Ondan kalan tek yadigârı, tek anısı…
Bu gün okula başlayacaktı oğlu,
Yedi yaşındaydı artık.
Adam, hem anne hem de babaydı ona.
Artık bir önemi yoktu güneşin,
İlkbaharın, çiçeğin böceğin, yazın kışın bir anlamı yoktu.
Bir tek, o vardı onun için,
Oğlu…
‘Baba’ derken ne kadarda belli oluyordu annesinin yokluğu,
‘Efendim oğlum’ derdi hep.
Adam ağlamak bir yana üzülmeyi bile yasakladı oğluna.
O ufacık gözlerden bir damla yaş süzülsün istemiyordu.
O gözler çok değerliydi onun için,
O gözler, o gözler başkaydı,
O gözler annesinin gözleriydi çünkü.
Sevdiğinin gözleriydi.
Kadınının gözleriydi.
O iki güneşin kararmasına dayanamazdı yüreği,
Onlar sadece gülmeliydi, parlamalıydı hayata…