Genç Yazı ekibi olarak okurlarımıza Yeni Kitapları ve Yazarları tanıtmak hayal dünyalarına birlikte adım atmanın heyecanını yaşıyoruz. Engin Yılmaz bizleri kırmayıp ilk kitabının tanıtımını GençYazı ile yaptıgı için teşekkür eder okurlarımıza söyleşi tadında yazımızı dikkat çeken notlarını sunar keyifli okumalar dilerim.
Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?
1 kasım 92 İstanbul doğumluyum. Ali kul ç.p. lisesinden mezunum. Anadolu üniversite’sinin açıköğretim programıyla işletme okuyorum, birinci sınıftayım birkaç yıldan beri. Yani anlayacağınız başarılı bir öğrenci olmadım hiçbir zaman.
Çalışmaya, yani kendi tabirimle berbat işlere çok küçük yaşlarda başladım. Durumumuz iyi değildi. İlk işime başladığımda ortaokul birinci sınıfın yaz tatiliydi. Mahallemizdeki bakkala çırak olarak girmiştim. O zamanlar çalışmak hoşuma gidiyordu. Ama artık anlamsız bir çaba olarak görüyorum. Ortaokul bitene kadar yaz tatillerinde hep o bakkalda çalıştım. Ha, kısa bir süre de amcamın lokantasında garsonluk yapmıştım. Sonra lisede birçok işe girdim. Hamburgerci dükkânında kasiyerlik yaptım, dershane bünyesinde broşür dağıttım, tanıtım görevlisi olarak süpermarketlerde çalıştım. Hani şu stand açıp bir şeyler tattıran tipler vardır ya, işte o işi yaptım.
Liseden sonra girdiğim işler daha zor ve daha anlamsızdı. Fabrikalar, atölyeler falan. Uyumsuz ve kural tanımaz bir yanım vardır. Pek bir işyerinde uzun süre çalışamam.
Biraz da kitabınızdan bahseder misiniz?
Kitapta şiirler ve öyküler var. Klasik tarzda şiirlerden farklıdır benim şiirim. Görüntüden ziyade içeriğe önem veririm yani kuralları pek takmam. Öyküler zaten ayrı bir muhabbet. Ama doludur benim yazdıklarım. Yani okuyup geçemezsiniz. Okuduktan sonra birkaç dakika düşünmeniz gerekir.
Dediğim gibi birçok işte çalıştım. Hala da çalışıyorum bu arada. Çalıştığım yerlerde tanıdığım insanlardan bahsederim, gece hayatında tecrübe ettiklerimden, kadınlardan, içkiden, intihardan böyle şeylerdir benim konularım. Yani dışlanmış hayatları severim. Dışlanmış biri olarak benim için zor değil bunları yazmak.
Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz?
Aslına bakarsanız kendime ‘’ sen artık yazarsın moruk’’ dediğimde gülesim geliyor. Yazar olmak kolay değil. Dostoyevski, Fante, Bukowski, Camus gibi ensesi kalın adamların arasından parmak kaldırıp, ‘’Şey, bende artık yazar oldum’’ demek çok zor. Rakipler çok büyük. Onlar ve başka ensesi kalınlar bana yazma konusunda çok şey öğrettiler. Anlayacağınız kendime hâlâ yazar diyemiyorum. Umarım bir gün diyebilirim…
İlk kitabınız ‘’Ocak Ayındaki Karasinekler’’
Ölmek çok masraflıydı
Cesaret isterdi,
Emek isterdi,
Yaşamak acı veriyordu
Aldığın her nefeste
Biraz daha artıyordu
İçindeki basiretsiz kaygı
Terk ediyordu seni
Huzura dair her bir şey
Korkuyordum
Yayınlanmadan ölürsem diye
Ne önemi vardı ki
Kim okuyacaktı,
Kim anlayacaktı
Daha ilk cümleden
Terk edeceklerdi.
Bu hikâyede sizden neler var?
Bahsettiğiniz hikâye hayatımın özeti diyebilirim. Zaten bu yüzden bu bölümü kitabın arka kapağı yaptık.
Bahsettiğim o berbat işlerde çalışırken bir yandan da yazar olmaya çalışıyordum. Bazı dergilere şiir ve öyküler gönderiyordum. Geri dönüş olmuyordu tabii. Yaşamdan, yazarlıktan, her şeyden ümidimi kaybettiğim bir dönemde yazdım bu şiiri. Hâlâ böyle şeyler yazıyorum, hâlâ ümidim yok. Böyle zamanlarda iki seçeneğiniz vardır. Ya intihar edersiniz ya da sarhoş olursunuz. Ben şimdiye kadar hep sarhoş oldum. Sarhoş olmaya devam etmek için çabalamam gereken anlar oldu. Bir gün elime bir bıçak aldım, boğazıma dayadım bıçağı ve aynada kendimi izledim. Birkaç dakika sürdü bu, on dakika, yirmi dakika, yarım saat falan sonra yapamayacağımı anladım. Kendime öyle bakarken, aptalmışım gibi gözüktüm kendime. Sonra bir kahkaha attım ve bıçağı yerine bıraktım ve gittim sarhoş oldum.
Yazmaya nasıl başlarsınız?
Belli başlı prensiplerim yoktur. Yani şu gün şu saatte şu kadar süre yazacağım gibi bir şeyim yok. Ne zaman gelirse o zaman yazarım. Ama yazarken mümkünse eğer klasik müzik dinlerim. İyi geliyor bana. Rahatlıyorum.
Özellikle aradığım bir yer de yoktur yazmak için. Yani birçok insan evinde ve yalnızken yazar, ben öyle değilim. Barlarda peçetelere çok şiir yazmışlığım vardır. Ya da bazı hanımların evinde oraya buraya yazdığım çok şiir oldu. Ama birçoğu kayboldu maalesef. Sadece evinde yazan tiplerin endişeleri, yazdıklarının kaybolmalarıdır herhâlde. Bazen bende; keşke evde yazsaydım sadece diyorum, çünkü gerçekten iyi olan şeyler hatırlıyorum kaybolanların arasından.
Hikâyenin bütününü ele alırsak yaşadığınız veya tanık olduğunuz hikâyeleri mi anlattınız?
Evet, şiirlerin ve öykülerin birçoğu yaşanmış hikâyelerimi konu alır. Tabii kurgu olan metinlerde var ama genel olarak yaşanmış şeyler.
Kitabınız artık raflarda neler hissettiniz?
Bu soruyu sormasaydınız, ne hissettiğimi düşünmemiş olacaktım. Şuan düşünüyorum da: karşımdan bana doğru gelen çok güzel bir hanım varmış ve ben onu görmemişim ve yere dolgun bir tükürük yollamışım, tükürük yere mıhlanınca kafamı kaldırmış ve karşımdan gelen güzel hanımı görmüşüm, yere tükürdüğümü görmüş ve yüzündeki iğrenme ifadesini görmüşüm gibi hissettim, sanırım. Dediğim gibi, hikâyelerimin konusu büyük oranda benim. Ve insanların benim yazdıklarımı okuyacak olmaları şaşırtıcı. Ama şunu söylemem gerek, benim yazılarımda gerçekleri bulacaklar. Kaldırımların ne kadar sert olduğunu görecekler, hayatın adaletsizliğini, şanssızlığı, dışlanmışları, umutsuzları görecekler. Gerçek hayat; üniversite kitaplarında değildir, o kitapları bırakıp sokağa çıktığınızda size hiç gösterilmemiş olanlardır. Gerçek hayat serttir, acımasızdır ve genelde şans vermez. İkinci bir şans vermesi ise mucizedir.
Kitabınız için edebi bir eser diyebilir miyiz?
Çok satan saçmalıkları edebi eser olarak görüyorsanız eğer, hayır. Başta söylemiştim, klasik edebiyat üsluplarından farklıdır benim üslubum. Ama edebidir ve edepsizdir. Ne demek istediğimi kitabı okuduktan sonra anlayacaksınız. Hehehe.
Neden kitabın ismi ‘’Ocak Ayındaki Karasinekler’’?
Özel bir nedeni yok. Ocak Ayındaki Karasinekler kitapta yer alan bir öykümün ismi. En sevdiğim öyküm olduğu için ve kitap ismi için de uygun olduğunu düşündüğüm için o oldu.
KİTAPTAN SİZLERİN DE BEĞENECEGİNİZ NOTLAR…
Mutlu mu olmak istiyorsunuz?
Hayattan çok fazla şey beklemeyin.
Çünkü size verebileceği çok fazla şey yok.
Ölüm kapının dışındaki tokmak kadar yakın,
Anlamlar azalıyor,
İnsanlar büyüyor ve ben,
Yok oluyorum…
“12 saatlik’’ gece vardiyam bitti,
12 saatin sonunda.
Deliliğe ayak uydurmaya çalışarak,
Ellerimi kirleterek,
Yok oluyorum, sonunda.
Yaşı büyüktü biraz
Ama olgunlaşmamıştı daha,
Daha yenilmeye alışmamıştı dünyaya
Unutabilmeyi öğretmemişti hayat ona.
Temas yoktu,
Duyumsayabiliyordu
Ne ölüm ona,
Ne de o ölüme dokunabiliyordu.
Mecburiyetler vardı içinde
Sorumluluklar, görevler, faturalar
Bir de anlamsızlığın farkındalığı…
Zordu,
Hayat ya yaşanıyordu bilinçsizce,
Ya da zaman akıp gidiyordu,
Öldürürcesine.
Kimse için değiştiremeyeceğim yanlarım vardı ve onlarla mutluydum.
Kaybedecek bir şeyim yoktu.
Ya işleri seçip
Köle olmayı kabul edecektim
Ya da sefalet içinde
Yazar olacaktım.
Sakindim,
Yarım huzurlu ve mutsuz
Ve donuk ve yalnız
Ve unutulmuş bir yoldaki çamurdan
Farksız hissediyordum
Zikrinde sorun olmayan
Hayâsızların sorunları fikrinde
Online satın alabileceginiz adresler;
http://www.pandora.com.tr/urun/ocak-ayindaki-karasinekler/317450
Twitter: @aykiri_engin
Sayfa Sayısı: 159
Baskı Yılı: 2013
Yayınevi: @SokakKitaplari