”Cadı” kelimesini her duyduğumuzda genellikle aklımıza gelen ilk imgelerden biri sivri başlıklı şapkaları ve siyah silüetleriyle masallara konu olmuş olan süpürgeli kadınlardır. Ancak, işin gerçeği aslında hiç de böyle değildir. Bu imgelerin Orta Çağ döneminde kilise üyeleri tarafından insanların ”Cadılık” ve ”büyücülük” e karşı nefreti ve antipatiyi arttırmak amacıyla oluşturulan portreler olduğu görülür. Bu cadılar genelde yaşlı, çirkin ve kirli kadınlar olarak önümüze çıkar. Bunun yanında erkek cadılar da yok değildir. Her ne kadar cadılar genel olarak kadınlardan oluşsa da literatürde iblis atlarıyla resmedilmiş erkek cadılarda bulabilmek mümkündür. Erkek cadıların aksine kadın cadıların süpürge ile resmedilmesi ise onları her alanda olduğu gibi cinsiyetçi klişelerin odağı haline getirmiştir. Bunun yanı sıra ”cadı” kelimesinin etimolojisine bakıldığında Arapça bir kadın ismi olan ”Cade” den türetildiği ve zamanla telaffuz değişimine uğrayarak ”cadı” haline dönüşmüş ve kötü,huysuz ve sorunlu kadınları dile getirmek için kullanılmıştır. İngilizcede ise wicca(erkek), wicce(kadın) kelimelerinden evrilen ”witch” genel olarak çirkin ve etkileyici kadınları ifade etmek için kullanıldığı görülmüştür. Orta Çağın ilk başlarında pagan büyü uygulamarını reddeden ve varlığını inkar eden din adamları, 15.Yüzyıl’a doğru çoğunlukla kadınlara yönelik olan cadı suçmalarını büyük oranda arttırmıştır. O dönemlerde kadınların fiziksel ve ruhsal açıdan güçsüz ve zayıf oldukları düşünülmüş, bu yüzden nefret ettikleri kişilerden intikam almak veya başkalarını kendilerine aşık etmek için çeşitli büyülere başvurdukları iddia edilmiştir. 10.yüzyıla kadar ise şifacı olarak adlandırılan bu kadınlar geceleri topladıkları gizemli bitkiler ve ölü hayvanlar ile belli başlı ritüeller kullanarak çeşitli yaralara ve hastalıklara çare olmuş, fakat zaman geçtikçe bu kadınların geceleri diğer cadılarla toplandığı ve şeytana tapmak için ayinler düzenledikleri ortaya atılmıştır. Güç arayışında oldukları için şeytanla anlaşmaya girdiği düşünülen bu kadınlar din adamları ve toplum tarafından ”kafir” olarak tanımlanmış ve suçlarını itiraf etmeleri için çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Cadı olduğu kabul edilen kadınlar kilise tarafından cehennemdeki çekecekleri acıyı hafifletmek ve onların ruhlarını kötülükten arındıracağı düşüncesiyle yakılmışlardır. Cadı olduklarını ispatlamak amacıyla uygulanan işkence yöntemleri ise şu şekildeydi; su deneyi,ateş deneyi, iğne deneyi,kantar deneyi. Su deneyi ile eli ve ayakları bağlı olarak suya atılan kadın, eğer su üzerine çıkmayı başarırsa cadı olduğu kabul edilip yakılırdı, fakat suda boğulursa suçsuz olduğu ispatlanırdı. Ateş deneyinde suçlanan kişinin ateş üzerinde yürümesi veya yanan bir nesneyi tutması beklenir, eğer herhangi bir acı hissetmiyorsa cadı olduğu söylenirdi. İğne deneyi kişinin vücuduna bir çok kez iğne batırılmasıyla gerçekleştiriliyordu, çünkü cadıların acı hissetmediği düşünülüyordu. Bunlardan en ilginci ise kantar deneyi olarak gösterilebilir. Şeytanla işbirliği yapan cadıların ruhlarının olmadığına inanılırdı, kantarın diğer tarafına ağırlık koyulduğunda kişi hafif gelirse cadı olduğuna, ağır gelirse kantarı büyülediğine inanılırdı. Bu teste bakılacak olursa kişinin hiç bir şekilde kurtulma şansı yoktu. Bu işkencelerin yanı sıra, 1487 yılında Heinrich Kramer ve Jacob Sprenger adlı Katolik din adamları tarafından yayımlanan ”Malleus Maleficarum”, Türkçe adıyla ”Cadı Çekici” büyüyü sapkınlık olarak tanımlayıp, mizojinik üslubuyla cadıların kökünün nasıl kurutulmasıyla ilgili uygulamalara yer vermiştir. İncilden sonra en çok satılan kitaplardan 2.’si olan Malleus Maleficarum, Rönesans döneminde cadı mahkemeleri tarafından kullanılmış olup, cadı olarak suçlanan bir çok kadının cani bir şekilde idam edilmesine sebep olmuştur. Sonuç olarak Orta Çağ döneminde kadınların çaresizlikleri ve acizlikleri nedeniyle bir çok kez şeytanla iş birliği yaptığına inanılmış, çok çekici veya çok çirkin kadınlar cadı olmakla suçlanmış, bununla kalmayıp mahkemelerde çeşitli işkencelere maruz bırakılıp cadı olduklarını itiraf etmeleri istenmiştir. Çoğunlukla ölümle sonuçlanan bu mahkemelerde, suçsuzluğu ispat edilen çok az sayıda kadın vardır. Her ne kadar ölmekten kurtulsalarda gördükleri işkenceler sonucunda fiziksel ve ruhsal olarak hayatlarına devam edemeyecek noktalara getirilmişlerdir. 1712 yılında İngiliz Jane Wenham Cadı mahkemelerinde yargılanan son kişilerden biri olmuş, fakat ölüm cezası ertelenip serbest bırakılmıştır.