Esra Hanım sigarasını içiyordu. Koca poposu sandalyeden taşıyor, gençliğine “Aaaaah ah!” dedirtiyordu. Bitişik apartmandaki Ayşe Nine de almıştı sigarasını eline, sokağı izleyerek düşüncelere dalıyordu. Hava ölesiye sıcaktı. Güneş insanın tenini bir fırın gibi kızartıyordu. Bütün mahalle asfalt kokuyordu. İnsan asfaltın üstünde yürüyedursun, ayakkabılarının altı erirdi! Rüzgar öyle haindi ki, insanı serinletmek yerine onu boğuyordu. Uzmanlar bu yaz mevsiminin yüzyılın en sıcak yaz mevsimi olduğunu söylüyordu.
Esra Hanım başörtüsünü hafifçe arkaya attı. Sigarayı dürttü ki küller dökülsün. Kalkıp bir tabla almaya üşendi. Ayşe Nine’yi gözetledi. Kadıncağız da öyle düşünmüş olmalıydı, kadının sigarası bitmek üzereydi ve üstündeki kül düştü düşecekti. Ayşe Nine’nin umurunda değilmiş gibiydi bu. Kadın durmuş, gökyüzünü izlemeye devam ediyordu. Bir rüzgar esti ve beraberinde külü de götürdü ama kadın hala gökyüzüne bakıyordu.
Salondan haberlerin sesi duyuldu. “Müjde! Meteoroloji uzmanları haftaya yağışın gelebileceğini söyledi!”
Palavra, diye derin bir nefes aldı Esra Hanım.
Başını uzatıp mahalleyi kontrol etti. Herkes balkondaydı. Karşı apartmandaki Hayriye, onun yanındaki Necmi Bey ve ailesi, onun altındaki Yasemin, soldaki Araplar, sağdaki Tacizer ve Mehmet, çaprazdaki Afafet, onun çaprazındaki Asalet… Bütün manyaklar bu mahalleye doluşmuş, diye düşünmeden edemedi Esra Hanım.
“Öyle valla Mehmet!”
Esra Hanım, Tacizer’in tiz sesiyle irkildi. Az kalsın devriliyordu. Konuşulanları duymak için kulaklarını kabarttı.
“Çocuğa ne dersem diyeyim dinlemiyor beni Mehmet!” Kadının sesi bütün mahallede yankılanıyordu. “Sana çocuğa öyle bir hediye alma, çocuk daha on yaşında demiştim. Yanlış anlar, yanlış kullanır demiştim. Ne oldu şimdi?”
“Alt tarafı bir oyuncak silah be Tacizer!”
Mehmet’ti bu.
“Ama daha on yaşındaki çocuğun eline o illetin oyuncağını verirsek ne olur ileride?”
“O erkek adam!”
“Erkekler silah mı kullanır Mehmet? Sence bu erkekçe mi?”
“Ne var yani? Benim de vardı küçükken.”
“Halini görüyoruz Mehmet. Ne desem boş. Gafile kelam, nafile kelam!”
“Kes ulan,” diye bağırdı Mehmet. “Senin şu dırdırlarından bıktım.”
“Rahatını arıyorsan koş mezara Mehmet. Tutan mı var? Gerçi orada da huzur bulamazsın ama…”
Bağrışma bitti. Mahalle üyeleri hiçbir şey yaşanmamış gibi konuşmaya devam etti.
Yeni bir haber sesi duyuldu: “Antalya’da orman yangını! Hektarlarca arazi yandı. Tatilciler canlarını zor kurtardılar. Dumanlar her yanı kapladı. Görevliler yangını söndürmek için çalışıyor.”
Küçük bir kıvılcım tanesi büyük felaketlere yol açıyor.
Esra Hanım daha fazla felaket haberi duymamak için televizyonu kapatmayı düşündü ama oturduğu yere öyle tünemişti ki, kalkacak hali yoktu.
O esnada bütün mahalleyi inletecek sesler yükseldi. Esra Hanım bir kez daha yerinde sıçradı. Kahkahalar, bağırışlar, çığlıklar… Sanki bir Amerikan kabilesi mahalleyi basmıştı. “La havle ve la kuvvete…” diye başladı Esra Hanım. Yirmi kadar çocuk mahallenin başında belirmişti ve güle oynaya yaklaşıyordu. Kimse onlara bakmıyordu. Herkes gürültüye alışmıştı, ama Esra Hanım yüksek sesten rahatsız oluyordu. Yaklaşan çocuklara kaşlarını çatarak baktı. Kızlardan bazıları ip atlıyordu, oğlanlardan bazıları top sektiriyordu.
Bir çocuk çaprazdaki Afafet’e seslendi. “Yeni bir park yapılıyor anne ama inşaatçı abiler çalıştıkları için durmamıza izin vermediler!”
Demek tüm bu curcunanın nedeni buydu.Çocuklar bir konuda haklıydı: Mahallenin yakınında çocuk parkı olmamıştı hiç. Aralarında şanslı olanlar vardı. Bu şanslı olanların ailesi onların elinden tutuyor, hep beraber uzaktaki bir parka gidiyorlardı. Gidemeyenler ise kaldırım taşına oturuyor, arkadaşlarının gelmesini bekliyorlardı.
Bugünkü gürültüler fazlaydı. Esra Hanım’ın boynundaki damarlar kabarmıştı. Anneler babalar bu sıcakta çocuklarını dışarı nasıl salıyorlardı? Başlarına güneş geçecekti. Hiç mi düşünmüyorlardı? Eğer çocuklar gürültüye devam ederse Tanrı’nın ona verdiği kuvvetli sesle haykıracaktı.
Derken bir hareketlilik oldu.
“Mehmet bak bu bizim oğlan!” diye bağırdı Tacizer. “Elindekiyle ne yapıyor öyle?” Seslendi: “Ömer! Bırak o elindekini!”
Ömer annesini duymamıştı ya da duymazlıktan geliyordu.
Boncuklu silahıyla çocuklara ateş etmeye başladı. Çocuklar çığlık çığlığa kaçıyordu. Boncuklardan biri küçük bir kızın gözüne gelmişti. Kız “Annecim!” diyerek koşturuyordu. Çocuklardan cesur olanlar Ömer’e yaklaşıp silahı almak istediler ama Ömer onlara da boncuk sıktı. Bu cesur girişim de son buldu. Balkondakiler bağırıyordu, çocuğa silahı bırakmasını söylüyorlardı.
“Mehmet bir şey yap lütfen,” diye bağırdı Tacizer.
Mehmet kalbine işlemiş haysiyetsizlikle ve namussuzlukla, şereften yoksun bir şekilde gülümsüyordu. Dünyanın en güzel manzarasını izliyor gibiydi. Oğlu erkekçe davranıyordu, elindeki silah erkekçeydi, gelecekte tam erkek olacaktı. Mehmet’in kulağı karısının söylediklerine tıkalıydı.
“Ben aşağıya iniyorum Mehmet!”
Ömer de sarhoş olmuş gibiydi. Elindeki alet onu herkesten üstün tutuyor sanıyordu. Bu, dünyadaki tüm uyuşturuculardan etkiliydi. Esra Hanım, Ömer’in babasına baktığını ve gülümsediğini gördü.
Tacizer meydana çıktığında Esra Hanım bütün nefesiyle bağırdı. “ÖMER!”
Ömer gülmeyi kesti.
“Ömer!” Bu sefer bağıran Tacizer’di. Çocuğun elinden silahı aldı ve ayaklarının altında çiğnedi. Ömer oyuncağının parçalandığını görünce acı çeker gibi bir ses çıkardı ve ağlamaya başladı.
Mehmet denen canavar olanları dehşetle izlemişti.
Tacizer ve Ömer eve girdiler. Çocuklardan eser kalmamıştı. Esra Hanım sessizliğin tadını çıkardı.
Ve gülümsedi.
Oyuncak silahtan kalan parçalar sokak ortasında terk edilmişti.
2 comments
Tasvirler hoşuma gitti. Gerçekten gözümde bir şeyler canlandı. Ömer kızın gözüne zarar verince endişelendim. Sonu daha etkileyici olabilirdi. Vermek istediğin mesaj oldukça güzel.
Bu hikayemle de ilgilendiğin için çok teşekkür ederim. Hikayelerime şimdiye kadar kimse yorum yapmadı. Beni eleştiren birinin olması harika. 🙂