Sen ne anlarsın ki aşkın ‘ben’ hâlinden? ‘Git’ demiştin; gittim işte elinden, benden sonra aşkla birlikte izledik seni. Yok oluşlar şehrinden kanatlı bir melek gibi inmiştim aşkın senyüzüne. Gökyüzünün rakibiydin, o kazanamaz sanırdım sen bu kadar güzelken. Bir başkasıyla bakışıyor gözlerin, aşk tarlandaki bütün gelincikleri koparıp vermişsin sevdiğine. Hazmetmek zor oldu; itiraf etmeliyim. Kaç kez su içtim üstüne; sayamadım bile. Sonunda hazımsızlığım çıktı gün yüzüne; bir telaş, pür telaş ben doktora… Mideme kadar sen doluydum aslında, ne bilecekti ki doktor? Onun harcı değildi bunu anlamak. Yutmaya çalıştığım lokmalarda senin ah edişini duyuyordum, yanıyordu midem; kalbime kadar vuruyordu. Meğer yakmaya çalıştığım senle birlikte alev alıyormuşum ben de. Başına belaydım, bela çiçeğinin emanetsiz vazifesini çalış seferimdeydim; hırsızdım artık; sırf senin için! Başına bela olmak bile başına gelen en güzel şeydi, sen fark edemedin.
Sen ne anlarsın ki midemin sen dolu hâlinden? Kalbime zarar özürlü gidişimin bir daha dönüşünün olmayacağının kıyamet hâlinden? Topraklar inlediler, ayrılık filizleniyormuş meğer üstlerinde. Çiçek sanıp koparmak istedim, dokunurken bedenim yandı. Neden itfaiye telaşlı acılar biriktiriyorum ki, bendeki yangını söndürmek zamanları bitip tükenmedi mi sence de? Düğününü önceden yaptım ben hayalimde, ‘yallah şahidin’ de ben oldum. Kovuluşumun imzasını attım; resmileşti artık başkalarının oluşun… Sonra dedim ki; zaten benim değildi ki, bana kalan tek şey her zamanki gibi yokluğuydu.
Ben ne anlarım ki sen’le ben’in ‘biz’ olma hâlinden? Tecrübesizim, cahilim, sadece hayallerimde evet dediğinim. Ellerine adımın baş harfini çiziyorum şimdi, ‘D’ kadar (d)oğru yol sürsün kalbin. Kırmadan, yormadan, yorulmadan,( d)ümdüz git…
Dilara AKSOY