Allah-ü Teala Nisa Suresi 79. Ayetinde şöyle buyuruyor;
“(Ey insanoğlu) sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Ey Muhammed! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.” Bu ayet-i kerime burada başköşemizde dursun biz yazımıza başlayalım!
Aşureyi bilmeyen yoktur sanırım! Bir tatlı türü olarak bilinen bu aş-ı meşhur, genel olarak su, buğday, şeker, fasulye ve pirinç’ten yapılır. Yörelere göre değişiklik göstermekle birlikte içerisine ceviz, fıstık, fındık, nar vs. gibi malzemeler konulur. Önce bu malzemeler güzel bir şekilde ayrı ayrı kendi öz kaplarında pişirilir ve bu yolla hepsinin kendisine has tadı oluşturulur, sonra ise bunlar birbirine karıştırılarak mükemmel bir ahenkle o güzel tatlı olan Aşure meydana getirilir. Her kaşıkta içerisindeki malzemelerin tadını hem ayrı ayrı alırsınız, hem de bu malzeme birlikteliğinin farkı ile toplamın tadına varırsınız.
Aşure’nin tarihi çok eskilere dayanır; Muharrem ayının 10. gününe denk gelen Nuh Büyük Tufanı sona erdiğinde elde kalan malzemelerle yapılan bu karışım, geçmişten günümüze Türkler, Ermeniler, Rumlar ve birçok millet tarafından yapıla gelmiştir. Yani Sünnisiyle, Alevisi daha birçok insan bu tatlıyı kendi usüllerince yapmıştır.
Gel gelelim Aşurenin kendi kendine oluşmadığına ve kaynağı bir ilahi hikmete dayandığına göre bu hikmetin özüne ki, insanlara özellikle Allah’ın bir peygamberi Hz. Nuh (a.s) vasıtasıyla Aşure’yi göndermesi bizlere apaçık bir mesajdan başka bir şey olmasa gerektir. Bu mesaj, Veda Hutbesinde Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından da tekrar ilahi bir hikmetle “Arabın Arap olmayana üstünlüğü ancak takva iledir.” yüce sözü ile asırlar öncesinden tüm insanlığa bildirilmiştir. Yani o yüce insanın tüm insanlığa gönderilmiş olması ve mesajının da tüm insanlığa ait olması gerçeği de bu sözün altında gizlidir. Ayrıca üstünlüğün ancak Allah’ın gösterdiği doğru yolda yürümek ile olduğuna delil olan bu söz yine, her türlü ayrımcılığı yasaklamıştır. Bugün, insanların kendi yaratılış gerçeğine herhangi bir müdahale yeteneği yokken ve ırkını, cinsini, atasını seçme iradesi elinde değilken insanların yine bu sebeple ayrışmaya çalışması ise akıl kârı değildir.
Birlikte yaşama kültürüne belki de Aşure örneği güzel bir örnektir. Nitekim bizler de rengi, cinsi, ırkı farklı olan, kendi ahenginde ve özel olarak yaratılmış varlıklarız. Ancak bu yaratılış gayesindeki sır gereği birlikte yaşamak zorunda olduğumuzdan, bu birlikteliğin sınavını da hep birlikte vermek durumundayız. Nasıl ki Aşure’nin malzemeleri farklı kaplarda, ahengi tutana kadar pişiyor ve aşçısı sonradan hepsini karıştırarak ayrı bir tatla birlikte, topyekün beraberlik lezzeti sunuyor ise bizler de kendi özelimizde değerli olmakla birlikte bir bütün olmazsak, yani diğer insanlara karışmayıp, tek başına kalırsak birlikteliğin tadına varamayız ve herhangi bir değerimiz de kalmaz. Bugün toplumlardaki lezzetsizlik ve çatışma, işte bu kültürün yeteri kadar oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Bu kültürün oluşmaması için de kötülük taraftarları tarafından toplumlara kin, nefret, fitne tohumları ekilmekte ve bu ayrışma yoluyla sözüm ona şer ittifaklar kendilerine kazanç sağlamaktadır. Bu oyuna gelmemek içinse insanların ve toplumların tek tek ve toplumca yine yazının özünde belirtildiği gibi beraber yaşamayı öğrenmesi gerekmektedir. İnsanlar kendinden olmayana ve kendi düşüncesini paylaşmayana tahammül göstermediği müddetçe insan olma erdemine ulaşamaz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadisinde “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Uyuşun, ihtilafa düşmeyin. İnsanlara yumuşak davranın, şiddet göstermeyin.” Derken tam da bu kültüre temas etmekte ve yeryüzünde bozgunculuğun, fitnenin oluşmaması için bizlere nasihat etmektedir.
Yazımıza bir ayet-i kerime ile başlamıştık ve onu başköşemize koymuştuk. Son tahlilde ise yine bu ayet-i kerimeden yararlanarak diyelim ki; insanoğlunun başına gelen kötü şeyler, yine insanın kendisindendir. Yani insanın kötü olması demek Hak’kın veya İslam’ın kötü olduğu manasına gelmediği gibi sorumluluğun da Allah’a (c.c) veya İslam’a yüklenilmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Nitekim Allah (c.c) yine ayet-i kerimesinde “akletmez misiniz” derken verdiği aklı doğru bir şekilde kullanmamızı emrediyor ve ayetlerinde de nasıl yaşamamız gerektiğini açıklıyor. Yine Allah (c.c) ayetinde, Efendimizi (s.a.v) tüm insanlığa gönderdiğini ve kendisinin de şahit olarak yeteceğini bizlere bildiriyor. Yine Allahû Tealâ’nın Maide Suresi 32. Ayet-i Kerimesinde; “Bunun içindir ki, İsrailoğulları’na: ‘Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir nefsin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur’ hükmünü yazdık. Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde aşırı gitmektedirler.” Buyurduğu gibi Hak katında insan hayatına biçilen değer de ayan beyan ortadadır.
Son olarak; içerisinde şiddetten zerre eser bulunmayan son din İslam’ın; şer güçler tarafından, maşaları aracılığıyla dünyaya şiddet dini olarak lanse edilmesi ‘İslamofobi’ oluşturmaktan başka bir şey değildir. Çünkü bu güçler gizli emelleri uğruna ve dünyaya bir kötülük getirmek adına her karesinde ‘kötülüğü kötüleyen’ bir dini kendilerine düşman seçmiştir ve onu ortadan kaldırmak adına emelleri için Müslüman kimliğini kullanmıştır. Nitekim ne kendileri iyi taraftadır ne de kullandıkları maşalar Müslüman’dır. Onların tek derdi İslam’ın birleştirici ruhunun insanların zihnindeki tasavvurunu zedelemek ve kötülüklerine tehdit olarak gördükleri iyilik dini İslam’ı karalamaktır. Kanımca bugün Müslümanların ve iyi insanların yapması gereken bu oyunlara gelmemek, fitneye fırsat vermemek ve farklılıklara tahammül göstererek şiddet yolunu benimsememek ve şiddetin karşısında iyilik kanadında birleşmektir.
Aşure gibi olmak dileğiyle…
2 comments
Elinize, emeğinize sağlık.Teşekkürler.Çok güzel bir yazı.
Çok teşekkür ederim. Okuma zahmetine katlanıp, güzel yorumunuzla şeref kattığınız için sağolun.ENİGMA