Yağmur yağıyordu. Sessizlik hakimdi, ne zaman sessizlik olsa kahve yaparım ben kendime. Yine yapmıştım. İlk yudumda hayal meyal canlandı gözümde son sessizliğimiz. Son geceydi, herkeste bir sessizlik hakimdi. Kalbim yine benden başka kimsenin duvar lekelerini saatlerce incelemediği bir odada, sessizliğin notalarının yükselmesine tempo tutuyordu. Kalabalık arasında yalnız kalmıştık. Biliyorlardı ki, bu gece bittiğinde ve herkes evine döndüğünde hiç kimse eski samimiyetini koruyamayacaktı. Ben ise bir köşede oturmuş, güzel geçip giden onca günün ardından sessizliğin getireceği hüznü ve yıkıcılığı düşünüyordum. Çok küfür ettim, güzel şeyler hep biterdi çünkü. Anlık mutluluklar olurdu ama anlık hüzünler olmazdı, hüzünler hep bakiydi. İlerleyen saatlerde herkes uyku moduna bürünmüştü, bir tek o ve ben ayaktaydık. Bir şeyler konuşmak istedik, saçma sapan bir şeyler de olsa olurdu, amacımız sadece sessizliği kırmaktı. Sessizlik kırılmassa biz kırılacaktık, kırıldıkça da keskinleşecektik. Uzandık, sırt sırta verdik, sarılmadık, bakamadık birbirimize. Çünkü göz göze gelsek, ikimiz de tüm nefesimizi hıçkırıklara dönüştürüp ağlayacaktık. O döndü yüzünü, sımsıkı sarıldı, daha önce hiç yapmadığı gibi kavradı tüm vücudumu. Gücüm yoktu, ona bakamazdım, bu yüzden dönemedim arkama. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama uyuduğunun farkındaydım, ona doğru döndüm ve son kez bir öpücük kondurdum. Gözümün doluluğundan etraf net görünmüyordu, uyuyamadım o gece, sürekli onu izledim. Kaç saniyede bir nefes aldığını biliyordum artık. Uyurken nasıl terlediğini de görmüştüm. Bense böyle bir güzelliğin rüyasında ne gördüğünü tahmin etmeye çalışıyordum. Gün ağarmaya başlarken, potansiyeli oldukça yüksek bir küfür savurarak son sigaramı yaktım. Otobüse bindik, son 4 saatimizde hiç gülmedik, hiç konuşmadık, hiç el ele tutuşmadık. Onu bilmem; ama o günden sonra hep bir yanım eksik kaldı, uykularım yarım, günler onsuz..