Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Niko elinde bir şişe bira ile hafif sallanarak gündüz renginin mor olduğunu hatırladığı evin önünden geçti. Adı Niko muydu? Kim bilir… Önündeki camda öyle yazıyordu ve kendini görüyordu. Demek ki adı buydu. Kafasıyla selam çakıp yansımasına, küçük taşların üzerindeki yolda ilerledi. Her gün adımlasa da bu yolları yine de bir küfür savurmayı eksik etmedi ayağına batan taşlara. Belki de asıl küfrü kendine etmeliydi. Beş kuruş parasıyla kendine bu ayakkabıyı seçtiği için.
Tek duyduğu ses ayaklarının tabanından gelen ‘bir adım daha ileridesin’ uyarısıydı. Güldü. Bir adım geri attı.
“Ya şimdi? He! Söylesene şimdi de ileride miyim? “ Diye bağırdı.
Bir iki damla bira dökmeyi de ihmal etmedi. Bu karanlıkta tek dostu olan ayaklarından birasını mı esirgeyecekti?
Beyninin azımsanmayacak kadar çok fonksiyonunu kaybettiğini biliyordu ama yine de ipleri onun eline verdi. Her seferinde güvenle evine ulaştırmıştı onu şimdi de yapardı, inanıyordu.
Durdu. Sonra durmasına sebep olan şeye doğru şişesini çevirdi. Bir müzikti. Yarı açık, beyaz renkli bir perdenin hafifçe örttüğü pencereden geliyordu. Cama biraz yaklaştı. Müzik neydi , nasıl bir ezgisi vardı anlamıyordu. Müzikti işte. İçeriye bakmak istedi. Hafifçe başını eğdi ve bir kadının omzunu gördü. Kahverengi hırkasının kapatması gereken yer açıktı. İçinden tüm hırkalara sövüp kafasını uzaklaştırdı. Bir kadının hayali en son uğraşacağı şeydi. Başına iş mi alacaktı. Arkasına bakmadan yürüyüp gitti.
Kafamı kaldırdım. Her seferinde farklı bir biçimde başladığım hikayede Niko bir türlü bu kadına aşık olmuyordu. Her seferinde vazgeçiyordu. Onu bir ayyaş, postacı, boyacı gibi pek çok işe büründürüp Kadın’ın yanına yollamıştım. Bir türlü olmuyor, Niko hep o yolda ilerliyordu. Kadın hikayede önemliydi. Onunla karşılaşması en kritik noktaydı. Her şeyin değişeceği o an. Işıklar patlayacak, sular duracak, nefes tutulacak ve bam aşk onun aklını başından alacaktı.
Çatıya çıkmadan omzuma örteceğim bir şal ve içemeden soğuyacağını bildiğim çayımı aldım. Soğuk iyiydi. Belki biraz düşünüp Niko’yu ikna edeceğim bir ortam tasarlayabilirdim. Niko, Niko muydu kim bilir? Hafifçe gülümsedim. Kelimelerin peşimi bırakmamasına seviniyordum ama onlardan kaçmak istediğim şu sıra beni biraz yalnız bırakmalılardı.
Neden yazıyordum? Kime yazıyordum? Bir okuyanı olacak mıydı? Ve daha nice soru beynime intikal etmişti. Sakince derin bir nefes alıp savuşturdum elimle. Cevaba dokunmuştum: Boşluğa.
Burada vakit kaybetmemeli ve defterimin başına dönmeliydim, öyle de yaptım. Onu yalnız bırakacağımı sanıyorsa yanılıyordu.
Elindeki saate kısaca göz attı. Kafasını kaldırdığında saati algılayamamış olduğunu fark edip tekrar kolunu kaldırdı. Komik göründüğünü düşünerek etrafına baktı ama neyse ki öğlenin bu vaktinde etrafta çok fazla kişi olmazdı. Mor evin önünden geçerken gece nasıl görüneceğini kısa bir salise düşündü ve yürümeye devam etti. Acele etmesi gerekiyordu. Camekan bir yapıda kendine baktı , siyah takımla jilet gibi olmuştu. Ne kadar acelesi olursa olsun bu görüntüyü bir süre izlemek istedi. Her noktasına bakarken kuru temizleme etiketinin cebinden sarktığını fark etti. Çirkin bir el yazısıyla Bay Leo yazısını gördükten sonra buruşturup yere attı. Sonra eğilip ayakkabılarına baktı. Elinde bir boşluk hissetti fakat nedenini anlayamadı.
Taşlı yolda yürürken kesinlikle yanlış ayakkabıyı seçtiğini düşündü ama geri dönüp değiştirmek için çok geçti. Hızlı adımlarla yolu tüketirken birden durdu. Onu durduran şey kendi görüntüsü değildi. Kulaklarına hücum eden müzik kadife elleriyle onu yokladı. Sanki her şey o tarafa dönüp bakmasını işaret ediyordu. Bir kalemle kalbine harfler konduruluyormuş gibi hissetti. Tüm vücudunu müziğe çevirip yarı açık pencereye doğru ilerlerken tuhaf hissetti ,sonra haline acıyarak güldü. Beyaz perdeli pencerenin açık kısmına hafifçe başını uzattı. Radyonun yanına oturup başını duvara yaslamış kadını gördü. Bu sıcak havada omuzlarının üzerinde bir hırka olmasına şaşırdı. Bu açıdan kadının yüzünü tam göremiyordu ama böyle bir müziği bu saatte dinlediğine göre bir derdi olduğu belliydi. Birden kafasını çekti. Ne yapıyordu böyle? Yaptığı ne büyük bir saygısızlıktı? Birinin hele de bir kadının odasına pencereden kafasını uzatması da ne demek oluyordu? Aklının iplerini eline alıp koşar adım uzaklaştı bu yabancı gelmeyen evin önünden.
Bu sefer kafamı kaldırmaktansa iyice gömdüm kağıda. Şöyle iyi bir çığlık atsam kimse duymadan yaşayabilir miydim duygumu? Bunun yerine kısa bir Ah’la yetinip sayfayı çevirip kalemimi tekrar dokundurdum sayfaya.
Elleriyle gözlerini ovuşturdu. Daha güneş yeni doğmuştu. Güneşin doğuşunu kaçırmıştı ve kuşlar bile ötmüyordu. Geceden düşündüğü yürüyüşün o kadar da etkileyici olmadığına karar verdi an içinde. Yatağına geri dönebilirdi ama bir şey ayaklarını tam tersi yönde hareket ettirdi. Evlerin yanından geçip gitti. Tüm o açık renkli binaların arasındaki koyu mor renkli evin ne kadar tuhaf durduğunu fark etti. Tıpkı kendisi gibi. Yerdeki biçimsiz taşlara bakarken bu yolda yanlış ayakkabı giyen şanssızları düşündü. Bir an için onlara üzülüp sonra bir sis bulutu gibi zihninde bu fikir yok oldu. Herkes uyuyordu ve kendini sadece sokakta değil tüm şehirde yalnız hissetti. Elini boynuna uzatıp bir süre kolyesini avuçlarının içinde tuttu. Caddeden dönerken hemen yanında bir silüet belirdi. Dönüp baktığında onu boynunda taşıdığı isimli kolyesinden tanıdı, Mark . Kendisiydi.
Gözlerinin içine baktı ve sonra ellerine. Bir eliyle öbür elini sıktı.
“Memnun oldum.”
Etrafına bakmadan yürümeye devam etti. Onu bu halde bu saatte gören de pek normal sayılmazdı. Adımlarının gitgide yavaşladığını fark etti ve birden bire durdu.
Tek duyduğu şey bir pencerenin kapanma sesiydi. İçinde bir eksiklik hissetti. Yine bir şeylere geç kalmıştı. Gidip pencerenin önüne oturdu. Gözlerini kapadı. Duymak istediği neydi? Aklının ona oynayacağı oyunu bildiğinden düğümledi sarkan ne kadar ip varsa. Kulaklarını iyice kabarttı sanki odaklanırsa birkaç şey aşırabilirdi. Bir şey tenine değmese sonsuza kadar açmazdı gözlerini. Bir kadın önünde diz çökmüş gözlerinin içine bakıyordu.Kahverengi bir hırkayı katlamış ve dizlerinin üzerine koymuştu. Omuzlarındaki soğuktan kabarmış tüylere baktı. Sonra da “Yürümeye devam et.” diyen dudaklarına. Bir müzik dalga dalga yayıldı içinde.