Bob Dylan’ın Ballad Of A Thin Man şarkısı dönüp duruyor pikapta. Bir kadeh şarap için hangisi olduğu fark etmeksizin herhangi bir tanrının önünde diz çökebilirim. Ama bunu düşünebilecek kadar ‘fikri’ sarhoşluk da yeter insana. Böyle bir zamanda yalnızlığımızdan yakınmak samimiyetsiz olur.
Bir plağın arkadaşlığını bilir misiniz? En âlâsından hakiki bir dostluktur bu.
Size başka bir şeyden daha bahsedeyim. Bir çeşit dostluk ya da aşk değil ama bu şey. En afilisinden dostlar edinebilirsiniz. Hani gerektiğinde a heriflerine şapka koymayı unutmayan türden. Ama ben bir insanla kurulabilecek en inatçı ve en samimi bağlardan birinin ‘müzikdaşlık’ olduğuna inanırım. Kendi kuşağımda bu yaygın en azından, sırf müzik konuşabileceğiniz, aynı kültürün yorgunu insanlara rastlamak öyle güzeldir ki. Ve öyle inatla tutunursunuz birbirinize, bin tane farklığınıza karşın ısrarla senelerce.
Müzikdaşlık evet sanırım az önce ben türettim bu kelimeyi. Daha önce vardıysa da ben duymamıştım, yani gene de ben türettim sayılır. Böyle şeyler yapabiliyorum çünkü Türkçe yeterince zengin bir dil.
Felsefe üretmek ve daha fazlası için de kullanabilirsiniz. Hani Arapça harflere ya da 100 sene önce çökmüş bir imparatorluğun saray diline falan da ihtiyacınız yok.
NEYSE!
Kendi kuşağım deyince 90’larda bebek 2000’lerde çocuk 2010’larda genç olmak anlaşılmalı, yetişirken içimize işleyen karakterimizin iz düşümünde her ne varsa, her ne katkı yapmışsa benliğimize belki bencilliğimize onunla da yaşıtızdır.
Doğru ya kimi zaman bencilliğimize kimi zaman benliğimize kattıklarımızdır kültür. Dini ya da ırksal aidiyetlerimiz, kurduğumuz her türdeşlik bütün bunlara bağlı değil midir?
Neticede hepimiz, istisnasız değil ama gene de hepimiz diyelim; kapitalizmin yarattığı şımarık tükenmiş insan yığınlarının da birer parçası değil miyiz? Öylesine kendimizi kemirerek kısır bir döngü gibi durmaksızın pahalı saatlerden zamanı arşınlayıp, beyaz yakalı yalnızlıklarımızdan her fırsatta yakınarak, gerçek bir acı yaşamadan gerçek acıya ahkâm kesip, kendi zihninde devrim yapamamış ama bilmem kaç bin dolar ABD bütçesine katkı sağlayarak satın aldığı telefonlardan bir çeşit gösteri gibi fotoğraflar çekip en genç dolar milyarderlerinin ‘sosyal paylaşım’ sitesinde gene kapitalizm karşıtı sloganlar yazarken.. Zırvalarken..
Hayır bayım, tüm istisnalar adına; biz aynı kuşaktan değiliz!
Bir parçanız 1965’den gelmiyor en azından ve biraz da samimiyetsizliğinizi buna borçlusunuz. Zihnimde Bob Dylan plağından şöyle fısıldıyor; burada bir şeyler oluyor ama siz bayım hala neler olduğunu bilmiyorsunuz değil mi?
Berzah
10 comments
Türkçenin zengin bir dil olduğunu ve arapça yahut osmanlıca kelimelere gereksinim olmadığını soyledıiğiniz satırdan itibaren beynim istemsizce refleskvari bir şekilde yazınızda arapça kökenli kelime arayışına çıktı (zira buna katılmıyorum)
Bunun dışında gerçek anlamda Samimi ve kendimce doğru bulgular.Müzikdaşlık oldukça hoş bir ıstılah olmuş zevk aldığım bir deneme..
Yazının içeriği ve ele almış olduğun konuya bir şey demiyorum. Her şey senin fikrin ve herkes fikrini beyan etmek adına hür. Fakat; ”Arapça harflere ya da 100 sene önce çökmüş bir imparatorluğun saray diline falan da ihtiyacınız yok.” tarzındaki ifadene katılmıyorum. Öncelikle; yazında da kullanmışsın, karşı çıktığın kelimeleri… Mesela; ‘aidiyet’bunun yerine ilgililik ya da birisinin olma… gibi. Ve ‘ahkam’ bunun yerine de hükümler, kanunlar… vs gibi ifadeleri kullansaydın yazında karşı çıktığın bu ifadelerin yerini bulurdu. Belki başka kelimeler de vardır ben aramak için okumadım gözüme ilişenleri söyledim. Ki, diller birbiriyle sentez olduğu zaman asıl güzellik ortaya çıkıyor ve bu her dil için geçerli değil! Bu birbirine yakın coğrafya ve aynı kültür ve medeniyet çatısı altında varlığını sürdüren toplumlar için geçerli. Yine de dediğim gibi fikrinde hürsün. Ben ifadelerinden bunu anladım. Belki de yanlış anlamış olabilirim.
Düşünceleriniz için teşekkürler. Her iki eleştiride ki ortak noktaya azıcık değinmek istiyorum; öncelikle Osmanlıca tamamen farklı bir lisanıdır. her dilin içinde yaşadığı coğrafya ve binlerce farklı kültürel etkenden ötürü etkilenerek (deforme değil) zenginleştiği ve hatta bu sayede yaşadığı doğurudr. Elbette o yazıda ve bu yorumda Arapça kökenli bir çok kelime vardır (lisan, lakin vb) hatta bir o kadar İngilizce kelime de dilde yerleşmiştir bunlar da yazıda ve bu yorumda var (telefon, sosyal, deforme, müzik vb) gibi..
Öte yandan bu yazı Osmanlıca olsaydı arap (daha doğrusu Fars) alfabesiyle yazılacak (şu an kullandığımız Latin alfabesi gibi) alfabeyi okusanız dahi (evet gene bir Arapça kökenli kelime) okuduğumuzdan (örneğin İngilizce bilmediği halde bir metini alfabe benzerliğinden okumaya çalışan insan gibi) hiç kimse bir şey anlamayacaktı.
Osmanlıca tamamen farklı (Köken itibariyle ve kültürel olarak) bir türk dilidir. Tamamen farklı bir dil başka bir şeydir şu an kullandığımız dilin içinde yer alan Kökeni farklı uluslara ait kelimeler olması başka bir şeydir. O cümle orada Osmanlıca tartışmalarına bir Gönderme gibi o an içimden geçtiği için yazılmıştır.. Tamamen farklı bir lisan olan osmanlıcayı sıfırdan yeni bir dil Öğrenmeye çalışmak gibi öğrenmelisiniz.
Saray dili olduğu da doğurudur. Osmanlı da saray kesimi dışında aydın diyebileceğimiz zengin okumuş (kısacası) elitist kesimler haricinde osmanlıcayı konuşup anlayabilen bir farklı kesim yoktu. Ülkede ki bir kaç üniversite (üniversitenin Türkçe’si evrenkent’tir) mezunun bildiği ve Saray’ın konuştuğu bir dil düşünün. Aynı zamanda edebiyat dilidir vs. Ama halk bu gün konuştuğumuz Türkçe’ye (sadece zaman farklılıklarını bir kenara bırakırsak) oldukça benzeyen bir Türkçe’yi kullanmıştır gündelik hayatında vs..
Bu tartışmayı bir kenara bırakacak olursak, Türkçe’ye nüfuz etmiş, Arapça, İngilizce, Fransızca vs diğer bütün yabancı kökenli kelimeleri çıkartıp öz türkçe konuşmaya kalksak bırakın felsefe üretmeyi falan derdimizi zar zor anlatırız.. Kökeni yabancı kelimeler başka bir meseledir felsefe yapmak için Osmanlıca’ya gereksinim vardır demek Çok başka…
Yorumlarınıza birşey söylemeyeceğim arapçaya da farsçaya da kifayet şunu söyleyebilecek kadar hakimim, Türkçeden bu dillere ait kelimeleri çıkarttığınız vakit lal kalabilecek kadar yoksunlaşır. Bunu siz de belirtmişsiniz.Bir felsefe öğrencisi olarak şunu belirtmek isterim, Felsefenin Yunandan Asyaya geçişi arap dili üzerinde gerçekleşmiş ve İbni Sinanın vb. vesilesiyle Farsçayla geliştirilmiştir. Eğer Felsefeyi Sadece Türkçe kökenli kelimeler üzerinden incelemeye kalkarsak emin olun büyük sıkıntılar doğar. Daha önce çeviri yapmaya çalıştığım zamanlarda bunun sıkıntısını yaşadım doğuşu birkaç geceyi aşmayan bir dilin Felsefe konusunda Latince, Arapça Yahut farsça ve hatta Kürtçe (ki farsça kürtçeden doğmuştur) gibi dillerle kıyası aklen pek de mantıklı sayılmaz. Ebette farklı görüşler olabilir bu konuda ki bu bizim zenginliğimizdir bağrımıza basarız:) selametle..
Kürtçe’ye herhangi bir şekilde hakim değilim, kökenini de araştırmadım dolaysıya Farsça mı Kürtçe’den Kürtçe mi Farsça’dan türemiştir hiç bilemeyeceğim. Pek de umurumda değil hani 🙂
Yaptığınız katkılara teşekkürler.. Kolay gelsin..
Uzatmak için demiyorum ama ; Türkçeyle felsefe Üretmek mümkündür cümlesi felsefeyi türkçe kökenli kelimelere indirgemek anlamına da gelmemektedir bence.
Doğuşu bir kaç gece son derece talihsiz bir ifade. Birilerinin sandığı üzere türkçe Mustafa Kemal Tarafından icad edilmemiştir. Mustafa kemalin gereksiz dil devrimi yapma çabalarını bir kenara bırakırsak türkçe milyonlarca Yıldır türk Moğul, Çin, hatta Japon dilleriyle akrabadır ve hala kullanılmaktadır. Bu akrabalık 10 larva yıl önce bilimsel olarak kanıtlanmıştır, merak edenler araştırabilir..
Saygılarımla
Ayrıca; Arapça harfler denmiştir orada (arap alfabesi kast edilerek) Arapça kökenli kelimeler değil. Arapça kökenli kelimeler kullanmak osmanlıcayı kullanmak anlamına gelmememktedir yani.
Türkçe’nin zenginliğinden kasıt da yeni kelime üretebilme olanağıdır. Bu bir çok Batı dilinde olanaksızdır. örneğin hepimizin Aşina olduğunu sandığım R.A.M Random access memory kelimelerinin baş harflerinin alınmasıyla oluşturulmuştur. Bizim dilimize de o şekilde yerleşmiştir. Meali; rastgele erişimli bellek, geçici Hafıza,dır vs.
Türkçe de zenginlik, kelime üretmek kapasitelidir, koşul ve gereksinimlere göre Türkçe’de yeni kelimeler tüketmeniz mümkündür. Bu yeni kelimelerin (müzikdaşlık gibi mesela) Arapça, İngilizce vb farklı dillerle akraba olması da kuvvetle muhtemeldir.
Dip not; mobil (ingilizce bir) bir platformundan (opps gene İngilizce bir kelime) cevap Yazdığım için bazı kelimelerim otomatik (aaa yine) olarak düzeltilmiştir. Türetmeniz yazmaya çalışırken elimdeki (sözde) akıllı cihazın onu tüketmeniz olarak algılaması ve o şekilde değiştirmesi gibi. Bu gibi Gözümden kaçan ufak hatalardan dolayı da okuyan herkesten özür dilerim..
Türkler elbetteki tarihin en eski milletlerindendir kimse bunu inkar edemez ve hep türkçe konuşmuşlardır. Lakin eğer şimdi o zamandan günümuze aynı turkceyle konuşulduğunu iddia ederseniz kendi sözunuze halel gelmiş olur, yani eğer osmanlı türkcesiyle devrim dili olan Türkçe arasinda bir fark görmuyorsanız Felsefede de ha Türkce he osmanlıca kullanilsin bir fark kalmaycaktır elbettr konuyu gereksiz uzatmanin bir anlami yok, kitabetlerinizin idamesini niyaz ederim 🙂
Hayır Elif Yıldız elbette öyle bir şey iddia etmeyeceğim 🙂 ayrıca benim nezdim de alfabe değiştirmek veya insanlara şapka giyin demek birer devrim falan da değildir 🙂
Cumhuriyet devrimden sayılabilir ama şapka…. Hmmm … bilemiyorum…
Neyse Tartışmaları seven bir insanımdır ama hala inatla konuyu gereksiz yere uzatıyormuş hissini atamadım içimden..
Yazdıklarınızı severek takip ediyorum aynı şekilde bende iyi temennilerimi sunarım.. Daha sade bir ifadeyle 🙂