Yıllardır evden dışarı adımını atmamıştı. Kimseyle görüşmüyor, herkesten uzaklaşıyor, adeta kendisine lanet okuyordu. Annesi, kasvetli, duvarlarının bile siyaha boyandığı odaya girip, kızını o hâlde ve mutsuz gördüğünde, hıçkırıklarla ağlıyordu. Çocukken böyle şeyleri dert etmezdi, çocuktu, her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmek çocukların işi değildi, büyüdükçe artıyordu insanın düşünme telâşı… Babası da eve gelip kızının yüzünün gülmediğini gördüğünde, keyifsiz, öylece salonda otururdu. Bir erkek kardeşi vardı, henüz on yaşındaydı, ablasının bu hâlini görünce onun da içi parçalanırdı, arkadaşlarını eve getiremezdi, ablasını rahatsız etmekten korkardı.
Yağmur, 24 yaşındaydı. Lise mezunuydu, liseyi bitirdiğinden beri dışarı adımını atmadığı için, üniversiteyi de okuyamamıştı, dışarıdan bitirmek bile nasip olmamıştı. Yıllardır kendisini eve kapattığı için insanlara karşı aksi ve yabaniydi. Bazı zamanlar sırf konuşmayı unutmamak için, annesinin ona aldığı kitapları sesli okurdu, kitap okumayı çok severdi. Okuduğu kitaplar arasında kendini bir an olsun kaybeder, gerçek hayattan uzaklaşır, kitaptaki karakterlerden herhangi biri, ama en çok sevdiği karakter olurdu çoğu zaman. Aslında her şey liseyi bitirdikten bir hafta sonra başlamıştı. Geçirdiği trafik kazası sonucu bir dizi ameliyat geçirmesine rağmen eski güzelliğine bir türlü kavuşamamıştı. Sivri bir burnu, kazadan kalma izlere sahip olan dudakları vardı ve sağ gözünün üstünde hiç geçmeyen kocaman bir yara izi… Estetik ameliyatlara para vermekten, sonunda orta hâlli bir aileye dönüşmüşlerdi. Babası neyi var neyi yoksa kızı Yağmur için harcamıştı yıllarca. Hiçbiri olmayınca ümidi kesip, kendini eve kapatmıştı Yağmur.
‘Kızım, aç mısın, yemek getireyim mi?’
‘Hayır anne, uyumak istiyorum.’
‘Gel, biraz sohbet edelim seninle.’
‘Her gün bu suratı görmekten utanmıyor musun anne? Bak, yüzümde sivilceler de çıkmaya başladı. Cadıya dönüyorum iyice, kızın tam bir cadı oluyor.’
‘Her ne olursa olsun, sen benim kızımsın.’
‘Hangi erkek beğenir ki kızını? 24 yaşındayım, yaşıtlarım evlendiler, çocukları bile oldu. Ben ne yapıyorum? Dört duvar arasında kitap okuyorum.’
‘İstersen talihini değiştirebilirsin yavrum.’
‘Güldürme beni anne…’
‘Önemli olan…’
‘Kes! Bana önemli olanın iç güzellik olduğunu söyleme. İç güzellik olsaydı eğer, ben bu hâle gelmeden önce, dışımla, bedenimle, ruhumla insanların karşısındayken, o vakit beni görürlerdi. Bana iç güzellikten bahsetme. Hiç kimse güzel olmayan birini, dış güzelliğini, dışını beğenmediği birini sevmez, tanımak istemez. Bunlar boş hikâyeler sadece ve ben artık hikâyelerden yoruldum. Şimdi müsaaden olursa uyumak istiyorum.’
Yağmur odasının kapısını annesinin yüzüne kapatmaktan çekinmeyip, kapıyı kilitliyor ve hıçkırıklarla yatağına giriyor.
Bir sağ, bir sol derken, bir türlü uyku tutmayınca, aynanın karşısına geçip, kendisini incelemeye başlıyor.
‘Neden ölmedim ki sanki, neden?’
Eliyle yüzünü kapatıp ağlıyorken, bu hayata daha fazla katlanamayacağına bir kez daha kanaat getirip, uyumak için aldığı uyku ilaçlarını dolaptan alıp, çaresiz olan her insanın yaptığı işi yapmak için eyleme geçiyor. Derin bir uykuya dalıyorken erkek kardeşi Cem, ablasının yanına gidip, onunla konuşmak için odanın kapısını tıklatıyor.
‘Abla, abla, Yağmur Abla… Kapıyı açar mısın?’
Yağmur ses vermeyince, Cem pür telâş salona koşup, annesiyle babasına haber veriyor.
‘Anne! Baba! Ablam kapıyı açmıyor, seslendim ama cevap vermedi.’
‘Kemal, kızımıza bir şey mi oldu?’
‘Dur, telâş etme hanım.’
Kemal Bey ile Esin Hanım, Yağmur’un odasına gidip birkaç kere odanın kapısını tıklatıp, ses alamayınca, Kemal Bey çareyi kapıyı kırmakta buluyor. Kapıyı kırdıktan sonra görmüş oldukları manzara Esin Hanım’ın yüreğini dağlıyor.
Kızlarının yaşadığını anlayıp, telâşla hastaneye kaldırıyorlar. Midesi yıkanıyor, müşahede altına alınıyor ve Yağmur gözlerini açtığında ailesinin sevinç gözyaşları döktüğünü görüyor.
‘Neden… Beni neden kurtardınız?’
Esin Hanım Yağmur’un elini tutuyor.
‘Kızım, lütfen böyle şeyler söyleme. Sen bizim canımızsın. Her şer de bir hayır vardır ama bir insanın kendi canına kıymak… Bu, bu çok günah…’
‘Böyle yaşamaktansa her türlü günah işlenir. Ne olur, ne olur izin verin, böyle yaşayamam ben, yaşayamam.’
Yağmur sinir krizi geçirip, hasta yatağında kendisini paralarken doktor sakinleştirici bir iğne yapıyor…
Yağmur gözünü tekrar açtığında, kolunun üstünde minik bir el fark ediyor. 8-9 yaşlarında, iri mavi gözlere sahip, sarı saçlı ve boyu kendisini yaşından da küçük gösteren minik bir kız, Yağmur’un koluna dokunuyor.
‘Sen de kimsin?’
Küçük kız korkup elini çekiyor ve işaret diliyle Yağmur’a bir şeyler anlatmaya çalışıyor.
‘Ne diyorsun, ne? Anlamıyorum seni, lütfen gider misin başımdan?’
Küçük kız etrafına bakıp, kâğıt- kalem arama telâşına düşüyor.
Hemşire içeri girip, küçük kıza bakınca, kız yine işaret diliyle bir kâğıt ve kalem istediğini söylüyor.
Hemşire başıyla onaylayıp, kâğıt ve kalemi getirip, Yağmur’la küçük kızı, sanki anlaşmışlar gibi baş başa bırakıyor.
Küçük kız, kâğıt ve kalemi eline alıp, Yağmur’a kendini tanıtıyor.
‘Merhaba, ben Kader… Sağır ve dilsizim. Seni burada görünce merhaba demek istedim.’
Yağmur, küçük kızın yazdıklarını okuyunca, bağırıyor.
‘Bana merhaba deme küçük kız! Adın her ne ise işte, çünkü bu beni hiç ilgilendirmiyor. Şimdi nereden geldiysen, oraya git lütfen. Beni bir daha rahatsız etme.’
Küçük kız endişeli bir ifadeyle yazmaya devam ediyor.
‘Rahatsız ettiysem özür dilerim. Amacım bu değildi. Sadece arkadaş olmak istedim, biliyorum, benden yaşça büyüksün, ama ben herkesle arkadaş olabilirim. Bence sen de olabilirsin.’
Yağmur, Kader’in son yazdıklarını okuyunca, biraz olsun yumuşuyor.
‘Neden benimle arkadaş olmak istiyorsun, yaşıtların yok mu, hem benden korkmuyor musun?’
Kader, yazmaya devam ediyor.
‘Bence nefes alıyorsak, etrafımızdaki insanları görebiliyorsak, her ne kusurumuz olursa olsun, inatla yaşamalı ve yabancı insanlarla da hayatı yaşamamıza izin vermeliyiz. Soruna gelince, hayır, senden korkmuyorum. Farkında mısın bilmem ama; duyabiliyorsun, konuşabiliyorsun. Yürüyebiliyorsun, görebiliyorsun. Bunca güzellikler sende varken, neden dış güzelliğinden dolayı kendine hayatı zindan ediyorsun? Üstelik öğrendiğime göre intihara teşebbüs etmişsin.’
‘Bana bak bilmiş! Küçük cadı, çekil git etrafımdan, elimden bir kaza çıkmasın!’
‘Gideceğim. Adın ne bilmiyorum ama…’
‘Yağmur. Adım Yağmur, haydi şimdi gidebilirsin.’
‘Peki Yağmur Abla, gideceğim. Ama sana yazmak istediğim son bir şey daha var.’
Kader, Yağmur’un kalbine dokunuyor ve yazmaya devam ediyor.
‘Burayı gören, kalbini gören, kalbinin içindekini gören, yüzüne, fiziğine, sivilcelerine, kaşına, başına bakmaz. İnan ki bakmaz. Çok güzel olsan bile bakmaz. Çünkü her zaman, iç güzellik, dış güzelliği kapatır. Bu kadar küçük bir çocuk, nasıl oluyor da ahkâm kesercesine bana bunları yazıyor diye düşünebilirsin. Unutma ki; ben de senin geçtiğin yollardan farklı şekillerde geçtim. Duymuyorum, konuşamıyorum. Kendi sesine hasret kalmanın ne kadar üzücü olduğunu bilir misin? Seni gerçekten seven insanlar senin kalbinle ilgilenirler. Ruhu güzel insanlara bedendeki güzellik önemsiz gelir zaten. Ruhunu güzel tutmalısın. Allah her şeyi sebepli yaratıyor. Bundan önceki hayatın nasıldı, neydi bilmem; ama şu anda hâlâ nefes alıyorsan, bir kez daha hayatı yaşamaya değer…’
Kader, yazdıklarını Yağmur’a verip, odadan çıkıp gidiyor.
Yağmur, Kader’in yazdıklarını gözleri nemli ve derin düşüncelere dalarak okuyor. Hastaneden çıktığında sanki hayata yeniden gelmiş gibi hissediyor ilk defa. O ilaç kokuları, hastanenin kasvetli havası bile bambaşka bir dünya gibi geliyor ve artık eve kapanmıyor Yağmur… Yüzü için değil, kalbi için hayattan besleniyor. Ruhunu güzelleştirmek ve mutlu yaşamak için elinden geleni yapıyor. Onu, kalbini sevenlerle bir araya geliyor, üniversite sınavına giriyor ve dışarıdan dahi olsa bitirme sınavlarına hazırlanarak Uluslar arası İlişkiler bölümünü başarıyla bitiriyor.
Aradan yıllar geçiyor, Yağmur caddede yürüyorken, insanların kalabalık hâlde toplandıklarını görüp, merakla o yöne doğru gidiyor. Gördüğü manzara karşısında irkilip, gökyüzüne bakıyor ve Allah’a bir kez daha şükrediyor.
Yerde yatan, yıllar önce hastanede yanına gelen Kader… Elindeki kağıtlarda kocaman harflerle yazanlar ise şunlar:
‘Bu dünyaya kazık çakmaya gelmedik. Rabbimizin bize verdikleri ve verebilecekleri kadarıyla, sınanacağımız bir dünyaya misafir olarak geldik. Doğdum, yürüdüm, koştum, gördüm, yazdım, okudum. Duyamadım ve konuşamadım. Ama kalbindekini besleyen, ruhunu besleyen her daim duyar ve konuşur. Şimdi ise ölüyorum. Rabbimin bana biçtiği ömür sona erdiği için ölüyorum. Ne şekilde yaşarsanız yaşayın; ama ne olur umutla yaşayın…’
Dilara AKSOY