…
Konuşurmuşcasına bir havada mı anlatmak gerek yoksa, ders veren hoca ukalalığında mı?
İçimizden geldiği gibi mi dökmeliyiz tüm kelimeleri veya çözümsüz mü göstermeliyiz bağını
attığımız her düğümü?
Üslup denilen ancak onun yerine ”Biçem” demeyi yeğlediğim kavram. Edebi aktarıların nabzını
tutar. Bu bir kimlik veya imzadan da fazlasını ifade etmektedir, genel olarak.
Birey kalemini ne yöne dalgalandırırsa dalgalandırsın, kendi iç saatinin öncüsü olan yolları
izleyerek, beklentilerindeki bahçeye ulaşır.
Bu bir yolculukta olabilir, bir kabullenilmişlikte, bir başaçıkamamazlığın çaresiz görüntüsü de…
Ancak yazmak eylemi hang kavramla özdeşik olursa olsun belli bir yolu izler ve bu yol dahilinde
kendini şekillendirir.
Biçem; egemen olunması ve içten gelmesi gereken birşey midir? ”Öylesine” kelimesini
paradigmasına oturtacak kadar da çaresiz mi?
Biçem, yazanının kimliğini ifşa edebilmelidir. Öte yandan ifşa ederken, bireyi öznel ve özgün bir
platforma taşır ya da esin kaynağına ulaştırır. Ulaşılan kaynak esin veya çalıntıya dair olsa bile bir
kimlikleşmedir.
Bu noktada, izleğine karar verilemeyen – yol, süreç, durumsal – yazı, bir noktada ”biricik”leşmesini
biçem ile gerçeller.
Bu hararetli oluşumda, birey kendi üretilerine yaklaşımı, aktarımlarının nedenseline yaklaşımı,
çevre etkileşimler- geridönüşler, eleştiriler- i de genel tanımlayıcı dinamikler olarak yerlerini
alabilirler.
Bu salınımda, daha da büyük tehlike de, tekrarın pençesine düşmektir. Kendini tekrarlamayı,
biçemleşme zannetme gafletine düşenler, er ya da geç ilgilerinin kaybıyla bu söylemi
onayacaklardır.
…