Bir meleğin itirafları: Onları tanıyalı çok uzun zaman olmamıştı, evet onlar diyorum çünkü iki kişiydiler. Aslında beni yalnızca biri ilgilendiriyordu. Diğeri ile ilgili hiç bir planım yoktu, en azından şimdilik. Çünkü bana yalnızca birine dokunmam için izin verilmişti, bana eşlik edecek olan sadece biriydi. Ama daha işimi yapmam için beklemem gereken zamanım vardı. Sizler bu anlarda ne yaparsınız bilmem ama ben genelde işimin başında beklerim. Neden bilmem ama bu hoşuma gidiyor, olup bitenleri izlemek ve işime olan düşkünlüğüm beni bir an olsun onun yanından ayrılmama izin vermiyor. Aslında her şey çok sıradan ve basit bir başlangıçtan ibaretti. Çok özel bir karşılaşma çok özel bir tanışma olmamıştı bizimkisi, benim varlığımdan haberleri bile yoktu. Oysaki ben onların her anına şahitlik ediyordum. Hatta onların ensesinde soluyordum nefesimi ve bazen yanlarına kadar sokulduğum bile oluyordu. Ama ne yazık ki onlarda diğerleri gibi benim varlığımdan haberdar olmadan hayatlarını sürdürmeye devam ediyordu. İnsanlar beni en güzel anlarının, hayallerinin ve hatta sevdiklerinin katili olarak düşünebilirler, ama bu kesinlikle doğru değil. Benimde duygularım var üstelik sizinkinden çok daha güçlü ve ben sizden farklı olarak olup bitenlere bütün çıplaklığıyla şahitlik ediyorum. Bunu size ispat edebilirim. Şimdi size o iki genç ile olan birlikteliğimi onların yaşamlarına ve yaşanmamışlıklarına dair olan izlenimlerimi, onların hayatlarına yaptığım bu kısa zaman yolculuğunu anlatacağım. İyi dinleyin beni, kulak verin bu söylediklerime. O iki genci tanıdığımda onların uzun zaman olamayan birlikteliklerini öğrendim. İtiraf etmeliyim ki, bu benim için oldukça güzeldi. En azından onları birbirlerinden ayırmak bu kadarda zor olmayacaktı (yani en azından ben öyle umuyordum). Fakat ters giden bir şeyler vardı, daha doğrusu alışık olmadığım bir durumla karşı karşıyaydım. Dünyada birbirinin varlığından habersiz yaşayan iyi ayrı beden iyi ayrı ruhtu onlar. Çok kısa sürede birbirlerine bağlanmış birbirlerinden ayrı geçen onca senelere rağmen tüm geçmişlerine, kaybettiklerine, vazgeçtiklerine, zamana ve bana aldırmadan birbirleri için yaşamaya başlamışlardı. İtiraf etmeliyim ki bunu öğrendiğimde üzüldüm. Bu benim işimi oldukça zorlaştıracaktı ama ertelemesi söz konusu bile değildi. Neyse sanırım size bunu daha öncede söylemiştim. Ben işimin başından bir an olsun ayrılmam. Onun yanına ilk gittiğimde secdede gördüm onu, mutlu olmuştum doğrusu, o an yol arkadaşımın beni yormayacak kadar hafif olduğunu hissettim. Onu kollarımın arasında taşımak bana zor gelmeyecekti. Oturdum yanına izlemeye koyuldum namaz bir süre sonra bitti ama ellerini semaya kaldırdı ve dua etmeye başladı ya, işte o bir türlü bitmek bilmiyordu. Uzun uzun dua ediyordu. Onu daha iyi duyabilmek için yanına kadar sokuldum. Genelde insanların kendileri için olan isteklerini duymaya alışıktım. Ama bu genç kız bir başkası için dua ediyordu. Hem de gözyaşları ile. O an birini kendinden daha çok sevdiğini anladım. Sevginin, özlemin, hasretin, sevdanın en masum en saf en temiz halini o genç kızın gönlünde, yüreğine, kalbinde ve dualarında gördüm, evet tüm bunlara şahidim… Genç kız hiç durmadan sevdiğinin adını fısıldıyor, onun hiç üzülmemesi ve hep mutlu olması için dua ediyor, rabbine yakarıyordu. Beni en çok şaşırtın şeyse benim varlığımı hissetmiş olmasıydı. O an ilk kez neden bilmem ama irkildim. Ama o buna aldırmadı bile, korkmuyordu benden. Bu alışık olmadığım bir durumdu doğrusu çünkü insanlar genelde benden korkar, ürperirdi. Vaktinin daraldığını biliyordu ama sevdiğine nasıl veda edeceği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Onun, benimle olan bu yolculuğa çıkmasına dair korkusu da yoktu, fakat sevdasını geride bırakmak onu orda öylece bırakıp gitmek ona her şeyden daha ağır geliyordu. Ama yapacak hiçbir şeyinin olmadığının farkındaydı. Yapılması gereken en doğru şeyi yapıyor, bedenen ondan uzaklaşıyor, ruhense ondan ayrıldığına hiç şahit olmadım. Sevdiğinin o olmadan hayatta kalması ve mutlu olması için son ana kadar dua ediyordu. O tüm bunları yaparken sevdiği genç çaresizce bekliyordu. Onun ne benden, nede gelecek günlerin ondan neleri alıp götüreceğinden hiç bir haberi yoktu. Ayrılık takviminin yaprakları kopup düşerken aşağı akrep hüznü, yelkovan çaresizliği gösteriyordu. Fakat o hala sevgilisinin bir an önce iyileşeceğini ona tekrar kavuşacağını onunla olamasa bile onun varlığı ile yaşayacağını umut ediyordu. Buna bütün kalbi ile inanıyor, bunun için dualar ediyordu. Birbirinden uzakta iki gencin dualarda buluşmasını izliyordum, bu buluşma hasret ve özlem kokuyordu. Birbirinin yüreklerine dokunuyor, akıllarının aydınlığına birbirlerinin hayallerini çiziyor, güneş son altın parıltılarını da saçarken yüreklerine onlar son ana kadar dua etmeye devam ediyorlardı. Bu buluşma sonunda umut bir filiz olup yeşeriyor, gözyaşları ile suluyorlar bu körpe narin filizi büyütmek için gelecek güzel günler adına hesabı yapılmayan şeyler olsa da. Ama zaman gittikçe daralıyordu ve benim bu konuda yapacak hiç bir şeyim yoktu. Neyse başka yapmam gereken işlerde vardı, onların vakti gelmişti. Bir süreliğine onun yanından ayrıldım tekrar döndüğümde ise onu yine her zamanki yerde secdede buldum. Artık duasını da biliyordum, sevdasını da. Bu kez biraz uzaktan izledim onu ama odada yalnız olmadığımı fark ettim. Çaresizlik tam karşımda oturuyordu, hüzün ise gözyaşları ile birlikte seccade de duruyordu. Umut ben kapıdan girerken odadan koşar adım uzaklaştı. Hayallere ise hiç rastlamadım, onlardan ortalıkta eser yoktu. Sessizlik davetsiz misafir gibi geldi. Hiç birimize aldırmadan odanın dört bir yanını sardı. Etraf oldukça kalabalık olmuştu. Ben bu sahneye oldukça alışıktım, ama bu kez nedense tüm bunların bir arada hiçte güzel durmadığını fark ettim. Keşke hepimiz odadan çıksaydık. Mutluluk bir koşu gidip çağrılsaydı. Umut kapıda belirseydi. Hayaller coşkuyla içeri girseydi. Gülücük sesleri kovalasaydı sessizliği koşar adım… Ama tüm bunların hiç biri olmadı. Ve ben yapmam gereken şeyi yaptım. Ama itiraf etmeliyim ki, bu kez işimi severek yaptığım söylenemez. Onu orda çok sevdiği secdesinde dualarının başladığı gözyaşlarının sel olduğu yerde kucakladım. Kollarımın arasında ne kadar da masum duruyordu. Yüzünde bir tebessüm belirdi, beni gördüğüne sevinmişti sanki. Benden korkmayışı hoşuma gitmişti doğrusu. Hiç incitmeden taşıdım onu ama uzaklaştıkça hüzün sardı ruhunu. Geride bıraktıkları vardı. Yaşanmamış hayatı vardı. Ardında gözü yaşlı, gönlü yaslı bıraktığı sevdası vardı. Sahi ona ne oldu söylemedim değil mi. Son itiraf: Onun ruhu da benim kollarımda sevdiğinin ruhuna yapışıp gitti. Ayıramadım onları, ayırmakta içimden gelmedi. Ondan geriye dünyada kalan bir beden vardı, sadece ruhsuz bir beden. Söylemiştim size benimde duygularım var diye, bende iyi şeyler olsun istiyorum, güzel şeyler. Ama ne yazık ki benim varlığımın olduğu yerde bunların hiç birine yer yok. Bazen her şeyin bittiği anlarda geliyorum, bazen de her şeyin en güzel olduğu anlarda. Her insanın hayatında bir kez var oluyorum. Her insan hayatında bir kez beni tanıma, tanışma fırsatı oluyor ve tabi birde bunun bedeli. Benimle tanışmanın bedeli bir candır. Ve bir gün herkes zamanı geldiğinde, benimle tanışmak için bu bedeli ödeyecektir. Ve ben benimle tanışmak için zamanı gelenleri asla bekletmem. Randevulara hep zamanında giderim. Hiç geç kalmışlığım yoktur benim, hazır olun ve bekleyin.” Gelmekte olan gün yakındır”…
Yazan: İBRAHİM ÇELİKSU