Bu konu hep tartışılagelmiştir. Klasik sorusu da vardır: ” Okuduğunuz kitabın satırlarının sahibini tanımak ister miydiniz?”
İkiye ayrılır cevap kısmında okurlar. Kimi ‘hayır, hayalimde canlandırdığım insan değilse yıkılırım’ der. Kimi de ‘beni bağlamaz nasıl bir insan olduğu ben satırlardaki aleme bakarım’ der. İki cevabı da makul karşılamak gerekir öyle sanıyorum ki.
Belli bir zaman önce ben de böyle bir şey yaşadım. Öyle bir geç kalınmış tanışmaydı ki o kitaplarla, kızdım biraz kendime önce. Sonra bir solukta yedi kitabını birden okudum yazarın. Gerçekten yüzlerce okuduğum kitabın içindeki en iyi yedi kitaptı belki de o kitaplar. Kah ağladım kah güldüm o satırlarda gezerken; bazen eleştirdim kıyasıya bazense hayran kaldım farkındalığına. Ama hepsinin yanı sıra koşar gibi okudum adeta her sayfasını o kitapların. O kadar ki aktı gitti, şiir gibi.
Sonra biraz yazarı tanımak istedim. Hayat hikayeleri dışında fazla irdelemem yazarların hayatlarını fakat bu o kadar sarmıştı ki beni, içimden gelen dürtüyle hareket ettim. Araştırdıkça daha yakın oldum ona ve bazen kızdım bazen eleştirdim onu. Ayrıştığımız çok yön vardı tıpkı birleştiğimiz çok yön olduğu gibi. Fakat bir gerçek vardı ki pek benzemiyorduk. Önceleri yadırgadım biraz bu farkı ama sonra sıkı sıkıya sarıldım o farka. Hiç kimseye haksızlık edilmemeliydi kendimiz gibi olmadıkları için. Bu, büyük bir bencillikti. Hele ki söz konusu yazarlar ise daha da hassas olunmalıydı. Araştırmamı bitirdikten sonra farklılıklarımıza da sarılarak kütüphanemdeki güzel köşelere yerleştirdim kitapları.
Bence bizi bağlayan nokta satırlardır. Biraz benzerlik biraz farklılık gayet doğal ve olması gerekendir. Hiçbir yazara ya da kendimize haksızlık ya da bencillik etmemeliyiz. Her görrüşten yazara uğramalıyız, her görüşten satıra selam verebilmeliyiz. Böylelikle kimilerine kızıp kimilerini sarmalıyız ve aradaki farka kesinlikle sarılmalıyız. Zira o fark, manevi zenginliğimiz olacak.