Artık peşimi bırakmasını, onun bana iyi gelmediğini ve aklımı bulandırdığını yüzüne doğru haykırdım. Kapıyı çarpmadan hatta hiç kapatmadan çıktım evinden sabaha karşı. Kışın en soğuk gününü yaşıyoruz bugün İstanbul’da. Yüzünün silüetini hafızamdan silmek istiyordum artık. Dosdoğru eve gelip uyumaya çalıştım. Ama sıcağı sıcağına herşey kulağımda çalınıyordu. Benim bütün ettiğim sözler onun suskun halinin aldığı yüz ifadesi. Bu kadarını kaldıramayacak güçteydim. Delirmek üzereydim. Her seferinde bir defa yüzüne baktığımda hemen orada yumuşuyor, lakin sert tavrımı takınmaya devam ediyordum. Bu artık sondu bir daha kesinlikle konuşmayacak, beynimdeki bütün karelerini silmeye çalışacaktım. Nasıl olacaktı bu aşamada bilmiyordum. Biraz uyuduktan sonra öğleye doğru kalktım. Karaköy sahile gittim. Hala aklımdaydı, aslında o değil benim söylediğim laflar aklımda dönüp dolaşıyordu. Şu kelimeyi neden demedim keşke böyle demeseydim gibi kendini sorgulayan pişmanlık döneminin içine kabul olunmuştum bu saatten sonra. Onun evinde kalmaya devam etmeyeceğimi söyledim. Ama eşyalarımı almaya bile gelmeyeceğimi söylememiştim. Kendimi ondan alıkoyamassam o beni her seferinde alıkoymayı başarıyordu. Bir anda kafamı sıcak ellerinin arasında buluyordum. Sonsuza dek iyi kötü sürecek bir ilişkiydi. Ama beni alıkoyması benim ona karşı olan zaafımı bildiğinden hep öne geçiyordu. Bir türlü oyunu çeviremiyordum. Belki başka konularda iyiydim ama her seferinde onun oyunu içinde buluyordum kendimi. Karaköy’de çay içtikten sonra oradan Kabataş’a oradan Beşiktaşa kadar bin bir türlü düşünce arasında yürümüşüm. Beşiktaş sahilde buz gibi havaya rağmen bir banka oturdum. Binlerce metrelik denize düşüncelerimle dalmış değişik balıklara kendimi anlatmış hiç ıslanmadan yine bankıma dönmüşüm. Kendime geldiğimde yanımda bir tinerci oturuyordu. Buram buram tiner kokusuyla beni kendime getirdi. “Abi para vercen mi” dedi. “Sana bir şeyler anlatayım, paranı vereyim.Ama beni bıçaklamayacağına söz vereceksin.” dedim. Ayağa kalktı “Abi ara üstümü istersen. Para peşin olsa…” dedi. Çıkardım bir 20’lik attım. Oturdu yanıma.
– Belki tinerci olmasaydın seninde başında bir feminen dert olurdu.
-Feminen ne, neye benziyor
-Tinere benzer önceleri kafa yapar. Ardından bütün senliğini ele geçirir. Acıtmaya yıpratmaya bakar seni. Bir tür kafa yapıcı yani…
-Abi valla ben tiner,bali bunlardan başka birşey sürmüyorum ağzıma. Bunlarda kötü ediyor ama ne yaparsın alıştık bir kere…
-Ona da alışırsın. Olmayınca kafayı yersin her yerde ararsın.
– Bulamadın mı ne yaparsın abi?
-Bulamadığında tinere veya baliye devam edersin. Bunlar çeşit çeşittir.
Tinerci ayağa kalkarak “Abi valla benim kafayı düşürüyorsun haydi selametle!” deyip, bir sonraki para isteyeceği kişiye doğru yola çıktı.Onun zihninde feminenin yeri bir türlü uyuşturucuydu artık. Belki de diğer tinerci arkadaşlarına “Feminen bulalım onun kafası da iyiymiş” diyecek. Onlar da mal gibi onun yüzüne bakıp; “Bir siktir git ya!..” diyecekler. Tinerci aldığı tepkiyle aklına beni getirip sövecek arkamdan, çınlamasını istediği kulaklarıma doğru.Kadınlar da yapar kafa.Kendini alıkoyamassın ilk başlarda, sonra sorgular başlar, ayrılıklara ve kavgalara yol açar. Artık yoluma gitmenin vakti gelmişti. Dönüş yolları hep eziyet olur kaçınırım o yollardan hep. Uzağından geçer başka yol seçer oldum artık. Dönüş yollarında başıma gelenlerdir beni ‘yoluna git’e sürükleyen. Herkes kendini anlatacak kadar yoluna gitmeli bence.