Trafik tıkanmıştı, ilerde bir kaza olmuş gibiydi. Trafik polisinin gelip müdahale etmesi bekleniyordu. Beklemeye tahammül edemeyenler kornaya basıp duruyordu. Beklemek kolay değildi elbet. Lakin ömür denen şey beklemekten ibaret değil miydi?..Mutluluğu, geleceği, her şeyden önce eceli.. Daha fazla gürültü yapıp yırtınmak boşunaydı. Beklemeyi daha da çekilmez kılıyorlardı. Sonuna vurdum müziğin sesini. Ne güzel diyordu Ahmet Kaya, “Uçurtmam tellere takıldı, Hani benim gençliğim nerde?! Ne varsa buğusu genzi yakan ekmek gibi aşk gibi, ne varsa güzellikten yana bölüştüm büyümüştüm. Bu ne yaman çelişki anne?! Kurtlar sofrasına düştüm hani benim gençliğim anne?!”
Gözlerini kapatınca insan, ister istemez dalıp gidiyor kendinden en uzak yerlere ..ve mesafeler uğruna dökülen yaşlarla ölçülüyor.. Ve hayat tüm ağırlığını bindiriyor göz kapaklarına.. Gerçekliğin yüzüne kepenk indiriyor gözlerin.. Kim bilir ne cinayetler işleniyor kapalı göz kapakları ardında! Ve o hep bahsedilen hayatın film şeridi gözlerinin perdesinde sergileniyor..
Korku filmlerini severim lakin şuan söz konusu kurban benim.. Daha fazla tahammül edemeyip ışıkları açtım. Nerde kalmıştık. evet sıkışan trafik.. Ne kadar büyütüyor insanlar her şeyi amcanın teki bağırıp çağırıyor oradan “vaktim yok benim acelem var gitmem lazım bu nasıl bir rezalet..” Pencereden kafamı uzatıp “Heyy bey amca!” diye bağırmak istiyorum. “Hiç mi boşa geçirdiğin vaktin yok, ne muhterem insanmışsın öyle!”.. boş ver bağırsam da duymayacak amca beni nasıl olsa.. Sağımı solumu izlemeye koyuluyorum.
Aman Allah’ım! Nasıl şimdiye kadar fark edemedim, işte hemen bir iki adım ötemdeki kaldırım kenarında elleri çamura bulanmış biri genç biri yaşlı iki adam toprağı evcilleştiriyorlar. Teker teker menekşe fideleri ekiyorlar toprağa. Benefşezar dünyam bir kat daha mora boyanıyor düşlerim.. Ne de güzel yakışıyor toprağa. Kaldırım boyu menekşe.. Kaldırım boyu safi hüzün… Menekşe kokusuyla ruhumun direği ayağa kalkıyor yeniden.. Beni bir menekşeler anlıyordu bir de menekşeyi bana sevdiren sen… Biliyor musun pencere kenarındaki saksıya ektiğin menekşeler hala çiçek açmadı. Sanırım ben beceremiyorum senin gibi menekşe yetiştirmeyi. Yahut ardından yüreğime saldığın hazan menekşeden de teğet geçmedi. Menekşeler solmuş tıpkı yüreğim gibi.. Dalından koparıp suya koysan kök verir, derdi ninem. Ninem de menekşelere çok güzel bakardı. Çok güzel menekşeleri vardı. Lakin yüreğimden kopardığın hiç bir parça kök vermedi.. Pare pare yüreğimde yeşil zehirlendi. Bahsettiğin bütün baharları geri alman bütün şiirlerime konu edilmişken insafın hiç bir sayfasına yazılmamasına hayata gülüşlerimle rüşvet vermiş olmandan başka bir gerekçe bulamıyorum.. Her bir satırla tutanağını tuttum “sevdaya dair ne varsa” dediklerimin üstünü tek kalemle çizmenin.. Bak kaldırımlarına menekşe ekilmiş şehir ilk defa memleket kokuyor ve ilk defa sen.. Babam bahçemize şeftali ağacı diktiğimizde söylemişti, bir fidan ekildiği zaman ilk verilen suya hayat suyu denirmiş. Fidan hayat suyunu vereni sahiplenirmiş. O halde adınla şelale şelale taşan göz pınarlarımla hayat suyunu verdiğim bir kaldırım dolusu menekşem oldu benim.. belki saatlerce oturup izleyebilirim toprağın menekşeye bağrını açmasını.. Lakin trafik açılmıştı işte. Arkamdan korna sesleri yükseliyordu. Ahmet Kaya da susmuştu üstelik… son kez baktım menekşelere ve onları eken ellere.. Şimdi o eller gelip çamurlu elleriyle silseler gözyaşlarımı hayır demezdim hiç. İstemiyordum parmaklarımın gözyaşlarıma değmesini.. Parmaklarımın yine kirlenmesini… Asılabildiğim kadar bastım pedala. Son sürat ayrılma vaktiydi menekşelerden. Veda etmeyecek tek kelime dahi etmeyecektim.. İyi öğrenmiştim, dikiz aynasından bile arkama bakmadan gidecektim. Ama..