FRANÇOİS RABELAİS
Ortaçağ’ın belli bir aşamasındaki anıtları “gotik” diye adlandırırken, aslında barbarlığı kastediyorlardı bu deyimle. Şöyle düşünüyorlardı; Uygarlığı Germen istilaları yıkmıştı, ne var ki yeniden dirilmekteydi o, yıkıntıları içinde “yeniden doğmaktaydı”, bu yüzden adına Rönesans dendi.
François Rabelais. Bu isim, Fransız edebiyatına ufak çaplı göz gezdiren herkesin tanıyabileceği yahut Rönesans hakkında söz söylemek isteyenlerin şüphesiz zikredeceği bir isimdir. Ülkemizde az tanınmış olmakla birlikte, Rabelais, ortaçağdan silkinip yeni bir başlangıç olan Rönesans’ı en çok etkilemiş, Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde popüler olan bir yazardır. Hümanist kişiliğinin yanında, iyi bir hak savunucusu, hekim ve tam da düşleri uğruna yaşayıp ölmesini bilen bir devrimcidir. Devrimcidir; çünkü ondan öncekiler ve sonrakilerden tam da bu noktada ayrılarak Krallığın ya da Senyörlerin himayesine girmektense, onları hafif alaylıda olsa alaşağı etmeye çabalamıştır. Himayeler altında da yaşamıştır uzunca bir dönem fakat bu, onun için yalnızca hayatta kalma girişimden ibarettir.
Güldürmüş, duygulandırmış ve sorgulatmıştır. Kendine has üslubu ile anlaşılmaz olmuş, lakin onu anlayanlara da yeni bir dünya kurmada epey yardımcı olmuştur. Fransız dilinin tüm inceliklerini kullanmış, bununla yetinmeyip kırsalda yaşayan yerli halkın ağzına düşüp, dudaklarından çıkartmakta utandığı en abes küfürleri dahi halkın içine yerleştirmiş, pazarlamacı denebilecek tezgâhtarların argolarını gündelik dile yerleştirmiştir. Güldürmüş olmasıyla birlikte “kimleri güldürdü?” sorusu da belirebilecek olmakla birlikte cevap ortadadır. Halkı güldürmüş, aydınlara yol açmış, monarşiye aba altından sopa göstermiştir.
“Rönesans’ın ruhunu en iyi temsil eden, François Rabelais’dir aslında; hümanistlerin düşledikleri-o özgür ve ahenkli biçimde gelişimi-insanın oluşumunu onun eserinde görürüz. O ölümsüz yergi romanlarında Gargantua ve Pantagruel’de, Rabelais, olanca sertliğiyle Ortaçağ düşüncesine karşı çıkar, feodalitenin temellerine saldırır, özellikle de, düşüncenin içinde boğulduğu Katolik Kilise ‘ye karşı yapar bunu. Egemen ve ısıran bir dille, çoğu kez gülünç kişileri dolar kalemine. Kimler yoktur ki? Obur kişiler, zır cahil skolastik ilahiyatçılar, yargıçlar ve görevini kötüye kullanan hazine görevlileri. Çekiştirir, kınar, sıra dayağından geçirir ve gözünü budaktan esirgemeden yapar bunu. Öte yandan köylülerin çetin yaşamını içten gelen bir yakınlıkla anlatır. Söyleyişlerindeki tüm zenginliği halk dilinden devşirir: Tadına doyulmaz kelimeleri, atasözlerini-göz alıcı biçimde-alır, çeker, çevirir ve ustaca kullanır”. Bu sözler, büyük usta Server Tanilli’ nin “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası” adlı ölümsüz eserinde Rabelais’in nasıl bir etki uyandırdığını gözler önüne sermektedir.
HAYATI;
Doğum tarihi ile ilgili birçok spekülasyon olmakla birlikte, 1484-1495 tarihleri arasında doğmuş olduğu kesindir. Sabahattin Eyüboğlu, bir şüpheyle birlikte bize Rabelais’in 1494’te doğduğunu söylemektedir. Doğduğu köyü ve evi tam olarak bellidir ve romanlarında bizlere o bölgeyi “cennet” doğduğu evi ise “şato” olarak sunmaktadır. “La Devinière”, adlı küçük eski bir evde dünyaya gelmiş olan Rabelais’in babası Antoine Rabelais bir avukat, aynı zamanda da bağcılıkla uğraşan bir meyhanecidir. Bu yazarın hayatında önemli bir andır ki birçoklarına göre şaraba olan sevgisi bu tarihlere dayanmaktadır. Karakteristik özellikleri ve yüzü hakkında belirsizlik olmakla beraber kendisiyle ilgili birkaç fotoğrafta bulunmaktadır.
François ve Junie isimlerinde iki çocuğu vardır. Kimilerine göre şehvet düşkünü ve ayyaş, kimilerine göre bilgin ve yoksulların edebiyatını sergileyen bir aydındır. Her ne olursa olsun, içmeyi seven bir bilge denebilecek bir iz bırakmıştır.
İlk eğitimini Seuillé manastırında almış olan Rabelais, buradan Basmette’e geçmiştir. Daha sonra tanışacağı dönemin aydınları Du Bellay, Angevins ve Geoffray d’Estissac kendisine karşı iyi bir tutum sergilemişlerdir. Basmette manastırını da kısa sürede terk eden Rabelais Fontaine-le Comte kilisesine geçmiş ve burada papaz cübbesi giymiştir. Burada uzun süre barış ve huzur içinde barınamamış, makalelerinin ve çalışmalarının zararlı bulunması üzerine burayı da terk etmiştir. Eğitim hayatı boyunca, Yunanca, İbranice ve Latince öğrenmiştir. Ünlü hümanistler Guillaume Budé ve Erasmus ile uzun yıllar yazışan Rabelais, Erasmus’a “Size babam diye hitap eder, annem olarak çağırırım” demiştir. Sık sık hümanistlerin toplantılarına katılarak görüşlerini belirtmiştir. Aynı yıllarda Maillezais Baş Piskopusu Geoffray d’Estissac’ ın himayesinde yaşamaya başlar. Manastırın Yunanca elyazmalarına el koyması bir hayli üzer Rabelais’ i. Papazdan izin ister ve keşişlikten ayrılır.
Buradan Montpellier Tıp Fakültesi’ne yazılır ve olgunlaşma sınavını verir. Hippokrates’in “Aforizması” ve Galineus’ un “Ortaçağ Sanatı” eserleri üzerine çalışmalar yapar. Nihayet 1532 yılında ilk kitabı olan Pantagruel yayınlanır. Pantagruel’de sevimli dev Gargantua, acıklı gençlik yıllarını hatırlayıp yeni bir devrin doğuşunu selamlarken şöyle der; “Yararlı bilgi adına ne varsa, hepsini yakıp yıkmış Gotlar’ın zamanı hala karanlıktı, mutsuzluk ve felaket tütüyordu üzerinde. Ama tanrının yardımıyla, bilgiye bir ışık ve saygınlık geldi şimdi.” Daha sonra kitaplar serisinin ikinci kitabı olacak olan Pantagruel, dönemin skolastik düşünce merkezi olan Sorbonne tarafından derhal yasaklanır ve toplatılma kararı çıkar. Kendisi Lyon’un “özgür” ortamından faydalanır ve buraya yerleşir. Hotel Dieu Hastanesi’ne hekim olarak atanır. Önemli matbaacılarından biri olan Claude Nourry, Rabelais’in bu eserini gotik bir tarzda yeniden basar ve Lyon fuarlarında satmak üzere yayımlar. O dönem Lyon diğer şehirlere oranla daha ilerici bir yönetime sahiptir.
Lyon’un bir liman kenti olması ve İtalya‘yla yapılan ticaret bu kentin hümanist gelişmelerden çok yoğun bir biçimde etkilenmesini doğurmuştur. Yeni koruyucusu Jean u Bellay ile Roma’ya yolculuğa çıkan Rabelais, Roma seyahati sonunda Lyon’a döner ve Gargantua yayımlanır. Gargantua ikinci eseri fakat serinin ilk kitabıdır. Yine ve yeniden sansüre uğramanın önüne geçmek için bu kez kitabını kendi isminin anagramı olan “Alcofribas Nasier” olarak basmış olmasına rağmen, Sorbanne’un sansüründen kurtulamaz. Bir devin anasının kulağından fışkırarak dünyaya gelmesi, dönemin eğitim sistemi üzerindeki baskı kurucu özellikleri, komik ve karnaval dili ile bu eser Rabelais’in bir dünya insanı olmasını sağlamış, artık yalnızca Fransa sınırları içinde değil, hümanizmin etkisinde olan her coğrafyada ondan bahsedilir olmuştur. Pantagruel’de, Kral ve onun kurduğu düzen üzerine yoğun eleştirileri sunarken, asıl amacı sorgulatmak olan Rabelais, çeşitli göndermelerle monarşinin düzelmesi imkânsız unsurlarını eleştirmiştir. Üçüncü ve dördüncü kitabında dünya işleri adı altında, evlilik ve aile üzerine durmuş olmakla birlikte, sistem üzerine eleştirilerine devam etmiştir. İlk dört eseri, birbirleriyle bağ içindedir. Beşinci kitap onun ölümünden sonra yayımlanır. Dilediğini yap diyerek oluşturduğu yeni manastırda, skolastik düşüncenin, “Beden günahkârdır, acı çekmek mecburi, kötü arzuların kaynağı insandır.” anlayışına karşı çıkmıştır. İyi eğitimli, özgür ve hümanist olabilecekleri bu yenidünyayı şereflendirmeye davet etmiştir. Yeni kültür, Rabelais’in öncülüğünde belki de, yeni bir insan tipini de ortaya çıkartmıştı. Bu insan üzerine yaptığı müthiş nitelendirmede Engels özellikle şöyle diyor; “İnsanlığın şimdiye değin tanıdığı, ilerici yönde en büyük altüst oluştu bu; bir devirdi ki Rönesans, devlere gereksinimi vardı ve devler yarattı; düşüncenin, tutkunun ve karakterin devlerini, evrenselliğin ve derin bilginin devlerini.” Şu gerçeğinde altını çizer; “Burjuvazinin egemenliğini kuran insanlar, burjuva dar görüşlülüğü dışında, her şey oldular. Hemen hemen hepsi, bütün varlıklarıyla devirlerindeki harekete katıldılar, mücadeleye atıldılar; kimi söz ve yazıyla, kimi kılıçla çoğu kez her ikisiyle kavgaya karıştılar. Onları dört başı mamur insanlar yapan bu büyüklüktür işte, bu yaradılış gücüdür”.
Rabelais, papaz, doktor, avukat olarak seyreden hayatı boyunca çok fazla seyahat etmiş ve birçok hümanistle tanışma fırsatı bulmuştur. Yaşamı içerisinde en çok ürktüğü dönem “din savaşları” olmuştur. Erasmus ve Montaigne arasında bir dönemde yaşayan Rabelais, ortaçağın içinde doğup, modern zamanların başlangıcına mimarlık etmiş, eserleriyle ileriyi göstermiş, günümüz diline yakın biçimde yazmıştır. 9 Nisan 1553’te hayatını kaybetmiştir.
Bakhtine kendi eserinde, Rabelais’ e gönderme yaparak “Gülme bir nesneyi yakınlaştırma konusunda, kişinin onun her tarafını teklifsizce, samimi bir şekilde yoklayabileceği, evirip çevirebileceği, içini açabileceği, üstünden altından bakabileceği, dışındaki kabuğu açıp içine bakabileceği, kendisinden kuşku duyabileceği, dağıtabileceği, kesip parçalayabileceği, tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarabileceği, serbestçe inceleyebileceği ve onunla deney yapabileceği kaba bir temas mıntıkasına sürükleme konusunda fevkalade bir güce sahiptir” demiştir. Bu göndermenin kaynağı şüphesiz ki Gargantua’ nın girizgâhıdır:
“Bu kitabı okuyan okur dostlar
Atın içinizden her türlü kuşkuyu
Okurken de irkilmeyin sakın
Ne kötülük vardır içinde ne muzırlık
Doğrusu güldürmeden başka da
Bir hüner bulamayacaksınız pek
Başka yola gidemiyor gönlüm
Sizleri dertler içinde görürken
Gülen kitap yeğdir ağlayan kitaptan
Gülmektir çünkü insanı insan eden.”
Faydalanılan kaynaklar:
*Server Tanilli Yüzyılların Gerçeği ve Mirası
*François Rabelais Pantagruel, Gargantua,
*Fransız Edebiyat Tarihi 16. yüzyıl