Öğretilenlere göre hukuk, sosyal hayatı düzenleyen ve aynı zamanda bir otorite tarafından müeyyideye bağlanmış kurallar bütünüdür. Hukukun sistem tarafından yaptırım ayrıcalığına sahip olması onu sosyal hayatı düzenleyen diğer kurallardan (din, ahlak, örf-adet) ayıran en önemli özelliktir. Bu yaptırımlar insanların sahip olduğu özgürlük, mal, can gibi değerlere yönelik olduğu içindir ki her dönemde hukuk sosyal bilimler içinde en seçkin yere sahip olmuştur. Sosyologlar, filozoflar ve hukukçular hukukun ne olduğunu ya da ne olması gerektiğini yüz yıllarca tartışıp durmuştur. Tüm fikirlerin ortak üretimlerini alt alta topladığımızda ortaya devasa bir enformatik Himalaya meydana gelir. Bu tabir benzer ya da zıt, yığınla bilgiyi ifade eder çünkü Himalaya dağları dünyanın en büyük ve en yüksek sıradağlarıdır.
Hukukun amacı negatif ve pozitif yönleriyle adaleti gerçekleştirmektir. Yani pozitif yönüyle hak sahibine hakkının teslim edilmesi, negatif yönüyle de haksızlık yapanın (suçlunun) cezalandırılması adaletin olmazsa olmaz (sine qua non) unsurlarını meydana getirir. Nitekim otorite gücüyle desteklenmiş olmanın verdiği en büyük sorumluluk adaleti gerçekleştirerek toplumun güvenliğini sağlamak ve toplumsal hayatın gelişimine katkı yapmaktır. Hukuk demek özetle hakkın korunması demektir. Bu sebeple ‘hak’ kavramı hukukun en temel yapı taşını oluşturur. Biyoloji bilimi için hücre, madde bilimi (fizik, kimya) için atom ne ise hukuk için ‘hak’ odur. Buradan anlaşıldığı üzere hak kavramını doğru yapamamış bir anlayış, hukuk sistemini ve yaptırım yetkisini yanlışlar üzerine inşaa etmiş demektir. Öyleyse gerçek adalet için şu soruların cevabını en doğru biçimde kayıt altına almamız gerekir.
Hak nedir? Ne değildir?
Modern hukukta hak tanımı ile ilgili kalıplaşmış ve genel kabul görmüş bir tanım olmamakla beraber tüm tanımlar aşağı yukarı aynı şeyi ifade eder. Bu ortak ifadeye göre hak, hukuk sistemi tarafından kişilere (özel, tüzel) verilen yetkidir. Yani bir hakkın doğal olarak kendiliğinden varolması yetmez, bunun sistem tarafından kabul edilmesi, tanınması, kayıt altına alınması gerekir. Herkesin kolaylıkla anlayabileceği gibi burada hakkın kaynağı sistemdir. Dolayısıyla insana karşı sistemi kutsayan bir zihniyetin yansımasıdır. Savunucuları tarafından sonradan giydirilmiş ama gerçekte çıplak bir yanılgıdır.
Adil Düzen’de yer alan hak tanımı bana göre en ideal tanımdır. Hak, her şart altında doğru olan ve korunması gereken kutsal bir değerdir. Peki, doğru nedir? Doğru, insana faydalı olan ancak zamana ve mekâna göre değişen şey demektir. Örneğin yağmurlu bir havada şemsiye ile dışarı çıkmak doğru ve faydalı iken, güneşli sıcak bir havada şemsiye ile dolaşmak yanlış bir davranıştır. Öyleyse bu davranış bazen doğru bazen yanlıştır. Dolayısıyla hak değildir. Oysa her insanın yaşama hakkına sahip olması, zamana ve mekâna bağlı olmayan, değişmeyen, devredilmeyen, ertelenemeyen bir doğrudur. Yağmur yağsa da doğrudur, güneş açsa da doğrudur. Kırk yıl önce de doğruydu, kırk yıl geçse de doğrudur. Bu sürekli doğrunun ‘hak’ olabilmesi için hiçbir sistem tarafından yetki olarak verilmesine ihtiyaç yoktur. Böylece hak, sistemden ayrı bir varlığı olan ve sistem tarafından korunması gereken doğrular bütünüdür. Kutsal bir değerdir. Sistem tarafından bahşedilen bir yetki değildir.